us, akıl.
to lose one's mind: delirmek, aklını kaybetmek.
sound mind: sağduyu, aklı selim.
of unsound mind: aklı noksan, akılsız, aklını kaçırmış.
Her mind is filled with dreams of becoming a great actress: Büyük bir artist olmayı aklına koymuştu.
to be in one's right mind: aklı başında olmak.
to be out of one's (right) mind: aklı başında olmamak, aklını kaçırmak, çıldırmak, akılsızlık etmek, akılsızca davranmak.
You must be out of your mind: Sen aklını kaçırmışsın/çıldırmışsın!
He went out of his mind: Delirdi/çıldırdı/aklını kaçırdı.
I can't get it out of my mind: Bir türlü aklımdan çıkmıyor/unutamıyorum.
Noun
an, zihin, dimağ, beyin, kafa.
In one's mind's eye: kafasında, zihninde, muhayyilesinde.
His mind went blank: Kafası durdu/beyni işlemez oldu.
I'm not clear in my own mind about it: Onu anlamıyorum/ne olduğunu açıkça göremiyorum.
Bring one's mind to bear something: Zihnini/kafasını bir konuya vermek (Dikkatini bir şey üzerinde toplamak).
Get it into your mind that … : Şunu unutma (iyice kafana koy) ki …
Noun
anlak, zekâ, kafa.
He has the mind for such work: Bu işlerden anlar/ bu gibi işleri kafası alır/bu işlere aklı yatar.
Noun
deha, dâhi, üstün insan, büyük zekâ sahibi kimse.
He is one of the great minds of our time. He was a very sharp mind . The best minds (= the cleverest people) in the country are trying to find a way out of its difficulties.
Noun
fikir, düşünce, karar, tasavvur.
to change one's mind: fikrini/kararını değiştirmek, kararından
caymak.
They were of one mind: aynı fikirde idiler.
I'm still of the same mind: Hâlâ aynı fikirdeyim/kararımı değiştirmedim.
What's on your mind? Fikrin nedir? Ne düşünüyorsun?
It was in my mind to go and see him: Gidip onu görmeyi tasarlıyordum.
Nothing was further from my mind than going to see her: Gidip onu görmeyi asla düşünmüyordum (Onu ziyaret etmek aklımın köşesinden bile geçmiyordu).
Noun
istek, niyet, arzu, meram, maksat, murat.
to have a mind to leave: gitmek arzusunda olmak.
You can do it if you have a mind: İstersen(iz) yapabilirsin(iz).
I have no mind to offend him: Onu gücendirmek istemedim = Maksadım onu gücendirmek değildi.
I've a good mind to do it: Onu yapmayı çok istiyorum.
Have you (got) anything particular in mind? Özellikle arzu ettiğiniz bir şey var mı?
with one mind: (a) tek maksatla, (b) arzu/düşünce birliği ile.
be in two minds = be of many minds about (doing) sth: bir türlü karar verememek, (iki/birçok düşünce arasında) bocalamak/tereddüt etmek, ikircikli/mütereddit olmak.
Noun
ruh, maneviyat, manevî varlık.
Noun
algı, idrak.
Within the mind of man: İnsanın algılayabildiği.
Noun
bellek, hafıza (kuvveti), hatır(a).
Former days were called to mind: Geçmiş günler hatıra gelmişti.
Keep the rules in mind: Kuralları belle/öğren/hatırda tut.
I'll bear you in mind: Seni unutmayacağım/hatırlayacağım.
bring/call sth to mind: bir şeyi hatırlatmak.
It came (in) to my mind that: Aklıma … geldi/Hatırladığıma göre …
It went quite (right/clean) out of my mind: Tamamen unuttum.
Noun
dikkat, düşünce, düşünce tarzı.
To keep one's mind on a subject = to give one's mind to sth: Dikkatini/düşüncesini
bir konu üzerinde toplamak.
He can't keep his mind on his work = He can't give his whole mind to his work.
to let one's mind wander: dikkati dağılmak.
Noun
(Katoliklerde) ölü için yapılan anma âyini.
Noun
(Hıristiyanlarda) ruh, can.
Noun
dikkat etmek. dikkatli/uyanık/müteyakkız olmak.
mind the steps: Dikkatli yürü/önüne bak!
mind yourself! Dikkat et!
mind out or you'll break it: Dikkat etmezsen kırılır.
mind what you are about: Ne yaptığına dikkat et.
He said to the little boy: “Mind! Don't go too near the edge of the cliff!”
Verb
uğraşmak, meşgul olmak, (işine) bakmak.
to mind one's own business: Kendi işine bakmak, kendi
işiyle meşgul olmak.
mind your own business! Sen kendi işine bak (bana karışma!).
Verb
bakmak, mukayyet olmak, ihtimam göstermek.
to mind the children: çocuklara bakmak/gözkulak olmak.
Who's minding the store? Dükkâna kim bakıyor?
Verb
kaygı çekmek, endişe etmek, üzülmek.
Don't mind about your daughter, she'll be all right: Kızın için üzülme, iyileşecek.
Verb
rahatsız olmak, sakıncalı/mahzurlu görmek, (olumsuz veya soru tümcelerinde nezaket hitabı olarak) … zararı
olmak.
I don't mind! Bence mahzur yok/bence hava hoş/umurumda değil/aldırmam.
I don't mind your being late: Geç kalmana bir şey demem.
Do you mind = Would you mind: Lütfen, müsaade eder misiniz?
Would you mind handing me that book? O kitabı lütfen bana verir misiniz?
Do you mind if I go: Gitmeme izin verir misiniz?
Verb
önem/ehemmiyet vermek, kulak asmak, aldırmak, aldırış etmek, nazarı itibara almak.
I don't mind what people say: Elâlemin sözlerine aldırış etmem.
Don't mind his bluntness: Onun kabalığına aldırma/boş ver.
You mustn't mind about their gossiping: Onların dedikodusuna kulak asmamalısın.
Verb
(a) farkına varmak, farketmek, sezmek,
argo çakmak, (b) hatırla(t)mak.
Verb
itaat etmek, sözünü dinlemek, boyun eğmek, saymak.
mind your father and mother.
Verb
(emir olarak) dikkat etmek, anlamak, görmek, müşahede etmek.
mind what I say: Söylediklerime dikkat
et!
mind now, I want you home by twelve: Saat 12'de evde olacaksın, anladın mı?
mind out! Dikkat! önüne/etrafına bak!
mind out of way! Yol verin! Savulun!
Verb
karşı çıkmak, itiraz etmek, gücenmek, darılmak.
If you mind me/my saying so: Sözlerime gücenmezseniz/hatırınız
kalmasın ama.
I shouldn't mind a glass of cold water: Susadım, bir bardak soğuk su içsem iyi olur (bir bardak suya hiç itirazım yok).
“A cup of coffe?” “I don't mind!” “Kahve arzu eder misiniz?” “Memnuniyetle (hiç itirazım yok, memnun olurum)”.
Verb
çok tedirgin durumda olmak
Verb
(a) aynı fikirde/hemfikir olmak, uyuşmak, anlaşmak, (b) fikrinden dönmemek, sebat etmek.
hatırında/aklında tutmak, hatırlamak, unutmamak.
Bear in mind that tomorrow is a holiday.
(uyuşturucu madde vb. ile) aklını/idrakini bozmak, sapıttırmak, (b) aşırı zevk vermek veya almak, mest
etmek/olmak, kendinden geç(ir)mek.
birinin aklını başından almak
Verb
(uyuşturucu madde vb. ile) aklını/idrakini bozmak, sapıttırmak, (b) aşırı zevk vermek veya almak, mest
etmek/olmak, kendinden geç(ir)mek.
birşeyi akla getirmek
Verb
birşeyi hatıra getirmek
Verb
hatırlamaya çalışmak
Verb
anılarında geçmişe gitmek
Verb
zihninde geçmişi canlandırmak
Verb
geçmişi hatırlamaya çalışmak
Verb
fikrini/kararını değiştirmek.
birine durumu iyice açıklamak
Verb
birinin aklından geçmek
Verb
aklından geçmek, hatırına gelmek.
zihninden bir yük atmak
Verb
görüş açısının genişlemesi
zihnini zenginleştirmek
Verb
zihnini meşgul etmek
Verb
grup kişilerinin düşünceleri
Noun
bir gruptaki kişilerin düşünceleri
Noun
bir şeye oldukça kararlı olmak
Verb
hatırında tutmak, aklında olmak.
zihnin gücünü yitirmesi
Noun
(a) aklında, fikrinde, düşüncesinde, zihninde, hatırında.
have in mind: (a) hatırlamak, (b) düşünmek,
tasarlamak, (c) niyetlenmek, tasavvur etmek, plânlamak. (b) niyet, tasavvur.
(US) tedavisiz akıl hastası
Noun
(US) tedavisi olanaksız akıl hastalığı
kendi iç yaşamına dönmek
Verb
ne yapacağını bilmek
Verb
(vasiyet düzenleme) aklı ve hafızası yerinde olma
"bilgisayar" anlamında kullanılır
kâhin, başkasının aklından geçenleri okuyan/bilen/keşfeden kimse.
Noun
kehanet, başkasının aklından geçenleri okuma/bilme/keşfetme, düşünceleri okuma.
Noun
birinin birşey yapmasına aldırış etmek
Verb
birinin birşey yapmasına aldırmak
Verb
birinin birşey yapmasına önem vermek
Verb
(a) unutma(yınız) ki.
“Erol has been very bad-tempered this week.” “Yes, but mind you, he's been rather ill recently.” (b) buna rağmen, öyle olsa bile, yine de.
She's a very nice girl, mind you, but I wouldn't want to marry her: Çok iyi bir kız, ama yine de onunla evlenmek istemem. (c) öyle olmasına öyle, orası muhakkak ama.
dikkat et! dikkatli ol! gözünü aç!
(Hristiyanlıkta) yanılgı, sapınç, dalâlet; hayat, zekâ ve ruhun maddî olduğu inancı.
(a) üzülme, aldırma, boş ver, tasalanma, elem çekme.
Never mind what he says: Sen onun sözlerine
aldırma/boş ver!
When he lost his watch, his father said: “Never mind; I'll buy you another one.” (b) zararı/önemi yok, önemli değil, adam sen de.
Never mind the expense: Masrafın önemi yok!
It is raining, but never mind, I'll come over to see you. (c) … şöyle dursun/bir yana, o da bir şey mi?
With this knee injury, I can't walk, never mind run: Dizimin yarasından koşmak şöyle dursun, yürüyemiyorum bile.
(a) aldırma, boş ver.
never mind the noise: Gürültüye aldırma. (b) zararı/önemi yok, farketmez,
hiç de önemli değil.
never mind, I'll do it myself: Zararı yok, ben kendim yaparım.
sağlam kafalı (deli değil
(US) sağlığı yerinde olmayan akıl
birinin neler düşündüğünü anlamak
Verb
temyiz kudreti olmayan şahıs
birinin düşüncesini okumak
Verb
ahlaksal bakımdan tehlikeli
bir yanıtlayıcının aklına ilk gelen marka adı ya da reklam kampanyası
Noun
(araştırmada) bilinçlilik ve davranış araştırması ile ilgili olarak
birinin fikrini çalmek
Verb