off set

telâfi eden/tamamlayan/yerini dolduran şey, bedel, karşılık.
as an offset to something: birşeyi
tamamlayacak şekilde, tamamlayıcı olarak.
as an offset to my losses: zarar ve ziyanıma karşılık olarak.
serve as an offset to something: bir şeyin güzelliğini belirtmek.
Noun
başlangıç.
as an offset to sth.: bir şeye başlangıç olarak. Noun
(a) sürgün, filiz, (b) daldırma, fışkırma, piç fidan. Noun, Botany
kayıklık, açıklık, faylarda/kırıklarda iki tabakanın birbirinden kayma miktarı. Noun, Geology

offset litography ile ayni anlama gelir. ofset (baskı usulü), ofset baskı. Noun
çıkıntı: bir şeyin düzgünlüğünü bozan çıkık/yumru vb. kısım. Noun

offset line ile ayni anlama gelir. ana gözlem çizgisine yakın paralel çizgi. Noun
dağ sırasının ovaya uzanan burnu. Noun, Geography
duvar kalınlığının azaldığı yerdeki raf gibi çıkıntı. Noun, Architecture
aile/ırk kolu. Noun
dirsek, deveboynu, bir engeli aşmak için boru veya çubuğa verilen büküntü/eğrilik. Noun, Machines
(matbaacılıkta yeni basılmış sayfadan vb. bulaşan) mürekkep lekesi. Noun
ofset (usulü).
offset printing: ofset baskı. Adjective
(merkezden) uzak, ayrı, sapa, ayrık, şaşırtma.
offset cylinder: şaşırtma silindir.
offset screw: şaşırtma vida. Adjective
eksen-dışı, eksenden/merkez çizgisinden uzak/ayrık. Adjective
köşesel, bir şey ile köşe/açı yapacak şekilde birleşmiş. Adjective
dallı, kollu, dal/kol veren. Adjective
telâfi etmek, karşılamak, yerini doldurmak, denkleş(tir)mek, denk gelmek/getirmek, dengelemek, denge
sağlamak.
The gains offset the losses: Kâr, zararı karşılar/telâfi eder.
credits offset debits. The losses in one department were offset by the profits in another.
Verb
(yanyana/üstüste koyarak) karşılaştırmak, mukayese etmek.
to offset one factor against the other. Verb
ofset (usulü) basmak. Verb, Printing
dallanmak, sürgün/filiz vermek. Verb
boruya dirsek/deveboynu koymak. Verb
kesinti Noun
mahsup edilen miktar Noun
düşülen miktar Noun
mahsup edilebilecek alacak
öç /intikam almak, hıncını çıkarmak.
pay off old scores: kuyruk acısını çıkarmak, öcünü almak.
takas hakkı
(a) ateşlemek, fitillemek, patlatmak, infilâk ettirmek.
The bomb could be set off by slightest touch.
(b) belirginleştirmek, güzelleştirmek, göze çarpar hale getirmek, tebarüz ettirmek.
The black cloth sets off the jewels. (c) seyahata/yola çıkmak, boylamak.
to set off on a trip across Europe. (d) (ânî bir işe) başlatmak, sebep olmak.
This answer set them off laughing: Bu cevap onları güldürdü.
The discovery of gold in California set off a rush to there. (e) (sözcükleri birbirinden) ayırmak.
a sentence set off in/by commas.
bir zararı bir kazançla karşılamak Verb
bir zararı bir kazançla telafi etmek Verb
bir mirasın bir kısmını geri almak Verb
akis uyandırmak Verb
karşılıklı talep bileri dengelemek Verb
karşılıklı talepleri dengelemek Verb
bir dünya yolculuğuna çıkmak Verb
bir muhasebe kalemini bir başkasına mahsup etmek Verb
yankıları olmak Verb
radyoyu kapatmak Verb