1. (belirteç eki) -varî, -tarzında/veçhile/yoluyla/yönünde, … itibarıyla, bakımından, bakılırsa.
    ör.:
    clockwise, otherwise, timewise, nowise, sidewise, edgewise, likewise, weatherwise. (bkz: -ways.NOT:-wise ) soneki birçok isimlere takılarak onu
    … itibarıyla/bakımından, … ca anlamlı belirteç yapar:
    "He is doing well salarywise: maaş bakımından (paraca) durumu iyidir." gibi. Eski İngilizcede çok kullanılan bu şekil son zamanlarda yeniden kullanılmaya başlanmıştır.

    Lâkin özellikle yazı dilinde bu tür belirteçlerden kaçınılması tavsiye edilir.
akıllı, tebdirli, müdebbir, ferasetli, ârif.
a wise man. Sıfat
makul, akla dayanan, akıllıca yapılan.
a wise decision. It was wise of you to leave when you did. Sıfat
bilgili, bilgin, bilge, geniş bilgi sahibi, mahir, usta.
wise in the law. Sıfat
(a) haberdar, bilen, haberi olan, (b) küstah, edepsiz, arsız, haddini bilmez. Sıfat
haberdar etmek, bildirmek, bilgi vermek. Fiil
(herkesin bildiği bir şeyden) haberi olmak, farkına varmak, anlamak, öğrenmek, aklını başına toplamak,
akıllanmak, hizaya gelmek.
He never wised up to the fact that the joke was on him: Kendisi ile alay edildiğinin farkına bile varmadı.
wise up! Aklını başına topla! Dikkatli ol! Gözünü aç!
Fiil
yöneltmek, yön vermek, çevirmek, döndürmek. Fiil
yol, yöntem, usul, tarz, suret.
in no wise: hiçbir suretle/veçhile, asla, kat'iyen.
in some
wise: bir dereceye kadar.
on this wise: bu suretle/veçhile, böylece.
İsim
hikmetli Sıfat
I'm wise to him/I've got wise to him and his game (= cheating): Onu ve yaptığı dalavereleri/çevirdiği
dolapları bilirim. If you don't get wise to yourself and start studying, you will fail the course: Aklını başına alıp çalışmaya başlamazsan dersi başaramazsın.
iş işten geçtikten sonra akıllanmak/ aklı başına gelmek.
vergi bakımından istifadesi olmak Fiil
akil insanlar heyeti İsim, Siyaset-Ulusl. İlişkiler
akil insanlar heyeti İsim, Siyaset-Ulusl. İlişkiler
Akil İnsanlar Heyeti Özel Isim, Siyaset-Ulusl. İlişkiler
nükte yapmak, nükteli söz söylemek.
çapraz
birbirini keserek
(a) haber almak, haberdar olmak, öğrenmek, (b) küstahlaşmak, haddini bilmemek, ukalâlık yapmak.
Don't
get wise with me, young man! Bana ukalâlık yapma (haddini bil), delikanlı!
olan bitenin doğrusunu bilmek Fiil
herhangi bir şekilde
asla
katiyen
hiçbir şekilde
bir dereceye kadar
işten anlar gibi görünmek.
bu veçhile
kuruşu düşünen
ufak şeylerde tutumlu, büyük şeylerde müsrif olan (kimse).
birisine (işin içyüzünü/ doğrusunu/herkesçe bilinen bir şeyi) anlatmak, bildirmek.
Put me wiser about
it: Bana bu işin iç yüzünü anlat.
birini bir şeyden haberdar etmek Fiil
tarifeye göre
anlaşmak Fiil
birleşmek Fiil
acaba gitmeli mi , gitmemeli mi ?
yanlış bir iş yapıldıktan sonra akıl öğretme, tekerlek kırıldıktan sonra doğru yolu gösterme.
ukalâ (dümbeleği), bilgiçlik taslayan kimse. İsim
akıllıca fikir
arif İsim
akil insanlar İsim, Siyaset-Ulusl. İlişkiler
akil adamlar İsim, Siyaset-Ulusl. İlişkiler
haber vermek Fiil
gerçek durumdan haberdar olmak Fiil
tecrübeli
görmüş geçirmiş