countenance

  1. görünüş, sima, yüz ifadesi.
    His angry countenance frightened us. A sad/fierce/happy/hideous/pleasant countenance.
  2. yüz, çehre.
    I like to see the smiling countenances of my students each morning.
  3. huzur, sükûn.
  4. tasvip, teşvik, teveccüh, manevî destekleme.
    give/lend countenance to: teşvik/tasvip/teyit etmek,
    uygun bulmak.
    Your father refuses to give countenance to your plans to marry.
  5. tavır, tutum, davranış.
  6. izin vermek, müsaade/müsamaha etmek, göz yummak.
    Your father won't countenance you/your marrying a foreigner.
  7. tasvip/teşvik/teşci etmek, desteklemek.
    I refuse to countenance absence from the school to watch a baseball game.
(a) sakin olmak, heyecan eseri göstermemek, (b) yüzü gülmemek, kendini (gülmekten) tutmak/almak, temkinini
bozmamak.
The joke was so funny she couldn't keep her countenance: Fıkra okadar komikti ki gülmekten kendini alamadı.
birine itidalini kaybettirmek Fiil
itidalini kaybetmek.
utanmış
cana yakın bir yüz
yüzü kararlı bir ifade almak Fiil
utandırmak, mahcup etmek.
dik dik bakarak birisini bozmak/şaşırtmak.
bozuk bir surat
teşvik etmek Fiil