gözbebeği.
She is the apple of my eye: O benim gözbebeğimdir.
birinin dikkatini çekmek, gözüne çarpmak.
A notice in the paper caught his eye.
ortalıkta bir tehlike sezmek
Fiil
(top oyunlarında) topu gözden kaçırmamak, topun doğrultusunu iyi kestirmek.
: acele göz gezdirmek, kısaca göz atmak.
glance through/over a document: bir belgeye şöyle bir
göz gezdirmek.
He glanced his eye over the titles of the articles.
menfaatlerini gözetmek
Fiil
menfaatlerini gözetmek
Fiil
sol gözünü kullanamaz olmak
Fiil
(bir kimsenin) muhayyilesinde/hayalinde.
birine korkuyla bakmak
Fiil
dürterek birinin gözünü çıkarmak.
birini göz ucuyla izlemek
Fiil
başkasından önce davranmak, sırasını kapmak.
göz göze gelmemeye çalışmak
Fiil
morarmış göz: darbe, yara, bere vb.'den dolayı göz etrafındaki derinin morarması.
İsim
(a) utanç, yüz karası.
These slums are a black eye to our town: Bu gecekondular şehrimizin yüz
karasıdır. (b) şerefsizlik, itibar ve haysiyete sürülen leke.
Your behavior will give the family a black eye: Gidişatın ailenin şerefine leke sürecek.
İsim
nişan tahtasının ortası
İsim
eleştirel bir gözle bakmak
Fiil
uzman gözüyle bakmak
Fiil
göz göze gelmeye çalışarak dikkatini çekmek
Fiil
(Br) konuşmacının dikkatini çekmek
Fiil
yol kenarlarındaki ışıklı işaret direkleri
İsim
(arabada) stop lambası
İsim
gözünü küllemek, aldatmak, faka bastırmak.
kulağa/göze hoş gelen, hoş, güzel.
kem göz, kötü göz, (fena) nazar, nazar değdiren bakış.
evil-eyed: kem gözlü, kötü gözlü.
İsim
halkın gözüne girmek
Fiil
(birine) hayran hayran/davetkârane bakmak.
göz etme/kırpma, gözle işaret etme.
to get/give a glad eye: göz etmek, göz kırpmak.
patlakgöz
(Selar crumenophthalmus): Atlas Okyanusunun tropik sularında yaşayan çıkık gözlü bir balık.
İsim
asıl meseleye dönmek, en önemli konuyu ele almak,
argo bam teline basmak.
göz açıp kapayıncaya kadar
Zarf
(gazetelerde, dergilerde vb.) sık sık adı geçen, kendisinden sık sık bahsedilen.
be in the public eye: halkın gözünde olmak/diline düşmek.
She is very much in the public eye since her record-breaking swim.
rüzgâra/ fırtınaya karşı.
(birinin) gözüne/gözünün içine bakmak.
Look me in the eye and tell the truth!
biri hakkında hükmünü vermek
Fiil
dikkat et! dikkatli ol! gözünü aç!
muhayyile, hayal gücü.
İsim
göründüğünden başka türlü, göründüğü gibi/kadar … değil.
Sewing looks quite simple, but there's more in it than meets the eye.
iyi şanslar (kadeh kaldırırken
gözünü bile kırpmamak
Fiil
zerrinkadeh
İsim, Botanik
kozalak-göz: soğukkanlı omurgalılarda göze benzer bir oluşum.
kırmızı göz
İsim, Fotoğrafçılık
halkalı /halka başlı vida, vidalı halka.
İsim
başkanın gözüne girmeye çalışmak
Fiil
(a) hava değişikliğini çabuk sezme kabiliyeti, (b) durum değişikliklerine karşı hassasiyet.
keep one's/a weather eye open (for): gözünü açmak, göz-kulak olmak, (bir tehlikeye/felakete) hazır olmak.
açıkça, apaşikâr, besbelli, gözü kapalı (olarak bile), dikkat etmeden bile.
You can see with half an eye that he and his wife are unhappy together.
(yardımcı alet olmadan) çıplak gözle
çıplak gözle, gözlüksüz, dürbünsüz, teleskopsuz.
You can't see many stars with the naked eye.
gözlü akik: kesilip parlatılınca göze benzeyen akik taşı.
İsim
göz bankası: gözü kusurlu olanlara takılmak üzere yeni ölenlerden çıkarılan gözlerin saklandığı yer.
İsim
sözcül-yazı, taklit imlâ: sözcükleri telâffuz edildikleri gibi yazma. Örneğin
says yerine
sez,
women yerine
wimmin gibi. Çok defa konuşanın cahilliğini belirtir.
İsim
göz doktoru
İsim, Oftalmoloji
göz merceği: dürbün vb.'de göze yakın olan mercek.
İsim
göz doktoru
İsim, Oftalmoloji
görsel uyak, görünür kafiye, çıkardıkları ses değil de görünüşleri benzeyen sözcüklerin uyumu.
göz kurdu
(Filaria loa): takriben 12 mm uzunluğunda beyazımsı renkte yuvarlak kurt. Afrikanın
bazı bölgelerinde bulunur ve göz kapaklarında iltihaplı bir hastalığa sebep olur.
İsim
Kısasa kısas, dişe diş, kana kan, (intikam maksadıyla) aynen mukabele.
ayrıntılara dikkat etmeden genel bakış
birşeyde hızlıca göz gezdirmek
Fiil
-e göz gezdirmek.
cast down one's eyes: yere bakmak.
birşeyde hızlıca göz gezdirmek
Fiil
(bir şeyi) küçük yaşta/çok erken öğrenmek, tecrübe ile/yaparak öğrenmek.
He cut his eye teeth as a carpenter: Marangozluğu küçük yaşta öğrendi.
bir şeye bakmak/göz-kulak olmak.
(US) borsada iyi tanınmak
Fiil
kıyak iş kokusu almak
Fiil
bir şeye sadece bir yönden bakmak
Fiil
(bir şeyin) iyisini seçebilmek, (birşeyden) anlamak, (bir şeyi) iyi bilmek.
She has an eye for a good painting.
gözü …'den başkasını görmemek, -i gözüne kestirmek, -den başkası ile ilgilenmemek.
(birşeyi) gözünden ayırmamak, gözkulak olmak, dikkat etmek, niyetinde olmak, aklı fikri … de olmak.
have an eye on/to the main chance: (şahsî) çıkarını gözetmek, kârın nereden geleceğini bilmek.
Since she left the school, she's had an eye to marriage: Okulu terkettiğinden beri aklı fikri evlenmede.
gözkulak olmak, mukayyet olmak, gözünden ayırmamak.
Please keep an eye on the baby for me.
göz kulak olmak, arasıra bakmak, mukayyet olmak.
keep an eye on the children while I am away.
Fiil
gözünden kaçırmamak, gözünü açmak, gözünü üzerinden ayırmamak, uyanık/müteyakkız bulunmak.
gözünden kaçırmamak, gözünü açmak, gözünü üzerinden ayırmamak, uyanık/müteyakkız bulunmak.
göze çarpmak, kulağına gelmek.
Yok canım! Hadi hadi! İnanmam! Kime yutturuyor(sun)!
Tired, my eye! She's just lazy! A diamond, my eye! That's glass!
… için hayal kırıklığı, üzülecek şey.
If she wins the case, it'll be one in the eye for George; he hates women lawyers.
hızlı göz hareketi
İsim, Psikoloji
aynı fikirde olmak, her hususta anlaşmak.
tamamıyla aynı fikirde olmak, anlaşmak, uyuşmak, mutabık olmak.
He and his brother see eye to eye.
körler için özel yetiştirilmiş köpek.
...'i görmezden gelmek
Fiil
...'i görmezlikten gelmek
Fiil
gözönünde tutarak, hesaba katarak, düşünerek, makdsadıyla, amaciyle.
with an eye to one's future/one's own interest.