1. donuk, sönük, soluk.
    faint colors. The colors became more faint as the sun set.
  2. zayıf, hafif, belirsiz, müphem.
    We could see a faint outline of trees through the fog. faint idea.
    a faint voice/sound. a faint smile.
  3. başı dönen, bayılmak üzere olan, zayıf, bitkin, dermansız, takatsiz, güçsüz.
    I feel faint.
    to
    be faint with hunger: açlıktan bayılacak hale gelmek.
    to grow faint(er): zayıflamak, zayıf düşmek.
  4. yüreksiz, cesaretsiz, korkak, ürkek.
    a faint attempt.
    faint heart never won fair lady
    a.s.
    Cesaret edemeyen kadın kalbini kazanamaz.
  5. çok küçük/ufak, zerre (kadar), cüz'î.
    I haven't the faintest idea what you're talking about: Söylediklerin
    hakkında zerre kadar fikrim yok.
  6. bayılmak.
    faint away: bayılmak, kendinden geçmek.
    a fainting fit: baygınlık.
  7. (a) solmak, soluklaşmak, parlaklığını kaybetmek, (b) cesaretini kaybetmek, maneviyatı kırılmak.
  8. baygınlık, bayılma.
    a dead faint: ölü gibi baygın olma.
    She fell down in a faint: Düşüp bayıldı.
sönmek Fiil
fenalık gelmek Fiil
baygınlık geçirmek Fiil
uvunmak Fiil
fenalaşmak Fiil
bayıltmak Fiil
fenalaştırmak Fiil
çekingen
korkak
mahcup
cesaretsiz
över gibi konuşarak (aslında) kötülemek/zemmetmek.