1. oluk, oyuk.
    The cupboard door slides along the groove it fits into.
  2. yiv, yarık, iz, kanal.
    The needle is stuck in the groove of the record, so it keeps repeating the
    same bit of music. Wheels leave grooves in a dirt road.
  3. alışkanlık, itiyat, âdet, alışılmış/sabit yöntem.
    to get into a groove: bir alışkanlığa saplanmak/eski
    âdetlerine bağlı kalmak.
    It is hard to get out of a groove: Alışkanlığı terketmek zordur.
  4. Matbaacılık harf tabanındaki oluk.
  5. eğlence, zevkli/eğlendirici şey.
  6. oluk/yiv açmak/yapmak, oluk/yiv/yarık hasıl etmek/meydana getirmek.
    The sand on the shore has been grooved by the waves.
  7. oluklarla/yivlerle/kanallarla birleş(tir)mek.

  8. groove on: zevkini/tadını çıkarmak, zevk duymak, hoşlanmak, hoş vakit geçirmek.
    He grooves on classical music.
  9. zevk/heyecan vermek.
  10. uyuşmak, âhenktar/hemâhenk olmak, âhenk teşkil etmek, anlaşmak, bağdaşmak.
rutinleşmek Fiil
eski âdetlerine bağlı olmak Fiil
(a) rağbette, gözde, modaya uygun, (b) fevkalâde, mükemmel.
Glen Miller's band is really in the groove tonight!
köprücük altı atar/toplar damar yuvaları.
aynı peronda kalmak Fiil