too

  1. Adverb üstelik, hem de, de, dahi, ilâveten ek olarak.
    young, clever, and rich too: genç, zeki, hem de
    zengin.
    I too want some: Ben de isterim.
  2. Adverb gereğinden fazla, çok fazla, fazlasıyla, ziyadesiyle, gayet.
    too sick to travel: seyahat edemeyecek
    kadar hasta.
    I know him all too well: Onu gayet iyi tanırım.
    The suspicions had proved all too true: Şüpheler fazlasıyla doğru çıktı.
  3. Adverb son derece, çok, pek çok, fevkalâde.
    too much money: pek çok para.
    too many people: pek
    çok kimse.
    It was too nice of you to come: Geldiğinize çok iyi ettiniz.
    This has gone too far: Bu iş artık haddi aştı/çok ileri gitti.
giyiminde fazla titiz davranmak Verb
bulunduğu mevkiden çok daha iyisine layık olmak Verb
kârını düşük tutmak Verb
işçilerini çok çalıştırmak Verb
işçilerini çok çalıştırmak Verb
mağrur olmak, yumurtadan çıkıp kabuğunu beğenmemek.
kendini zorlamak Verb
kuvvetine fazla güvenmek Verb
ifratı kesmek Verb
belleğine aşırı derecede güvenmek Verb
aşırı, haddinden fazla.
It's much too cold: Haddinden fazla soğuk.
pek … değil.
We argue, but we're none too sure what we're arguing about: Tartışıyoruz ama neyi
tartıştığımızın farkında değiliz.
(a) son derece, cidden.
I am only too happy to be back.
I shall be only too glad to help you:
Size yardım etmekten cidden haz duyarım. (b) maalesef, ziyadesiyle, fazlasıyla, çok.
It is only too likely to happen: Vukuu çok muhtemeldir.
only (6).
Her güzellik bir arada olmaz. (İki şıktan birini seçmek zorundasın/ya birine ya ötekine razı olacaksın/ya
bu, ya öteki, ikisi birden olmaz).
yazık (ki), maalesef.
It's too bad that he didn't go to University: Yazık ki üniversiteye gitmedi.
Hay Allah.
Çok yazık.
Vah vah.
kendini dev aynasında gören, kendini beğenmiş.
çok zeki, fazlasıyla zeki.
That new boy offended everyone by being too clever by half.
vakitsiz
mevsimsiz
laubali
fazla teklifsiz
çok güldürücü
birine kesin emirler vermek Verb
gerçekten var olduğuna inanılması güç olmak Verb
bol
çok geç.
arrive too late: iş işten geçtikten sonra gelmek, yetişememek.
I was too late:
Çok geciktim, yetişemedim.
Before it is too late: İş işten geçmeden, henüz vakit var iken.
fazla
çok
Bir işe çok kimse karışırsa o iş yürümez.
çok
fazladan
gırla
fazla
çok fazla
tahammül edilemez
… için fazla/ağır.
Climbing the smallest hill is too much for her since her illness: Hastalığından
beri en küçük bir yokuş çıkmak bile ona fazla geliyor.
haddinden fazla.
That's a bit too much af a good thing: Bu kadarı da biraz fazla.
One can have
too much of a good thing: İyi ve nefis şeye doyum olmaz.
You can't have too much of a good thing: Fazla mal göz çıkarmaz.
kabul edilmeyecek derecede çok
fazla pahalı
müfrit
mübalağalı
aşırı
müfrit radikal
fazlalık etmek Verb
biraz fazla abartılmış
pek erken, vakitsiz.
fazla şey talep etmek Verb
aşırı talepte bulunmak Verb
çok acele para kazanmak durumunda olmak Verb
aceleci davranmak Verb
pek pahalı olmayan bir yer aramak Verb
birinin anlayamayacağı düzeyde olmak Verb
budalalık derecesinde bön olmak Verb
birinden çok şey istemek Verb
ağır gelmek Verb
anlatılamayacak kadar budala olmak Verb
kafası durmak Verb
(işi) çok ileriye götürmek, fazla ileri gitmek, haddini aş(ır)mak, (işi) zıvanadan çıkarmak, tadını kaçırmak.

If you pretend to the police that you've discovered a bomb, you may find you've carried the joke too far.
şakayı kaka yapmak Verb
işleri büyütmek Verb
aşırı tevazu göstermek Verb
ifrata kaçmak Verb
birisinden çok üstün/kuvvetli olmak.
He carries too many guns for me: O benden çok üstündür. Onunla boy ölçüşemem.
ufak tefek şeylerde yardıma çağırmak Verb
yavaştan almak Verb
ayrıntılar üzerinde uzun uzun durmak Verb
fazla kaçırmak Verb
birinden yapabileceğinden fazlasını beklemek Verb
birinden çok fazla şey beklemek Verb
kırk
teeddüp etmek Verb
gözü çok yüksekte olmak Verb
haddini aşmak, fazla ileri gitmek.
içkiyi fazla kaçırmak, (zilzurna) sarhoş olmak.
dönüşü olmayacak derecede ilerlemiş olmak Verb
içkiyi fazla kaçırmak Verb
Tam zamanında yetişti.
You know, none better, how poor I am: Ne kadar fakir olduğumu siz herkesten iyi bilirsiniz.
Pek ciddiye almadım. Sentence
Çok da önemsemedim. Sentence
Fazla üzerinde durmadım. Sentence
Fazla kafama takmadım. Sentence
Çok dert etmedim. Sentence
Ne kadar söylense/tekrar edilse yeridir.
Ne kadar söylense/tekrar edilse yeridir.
birini sıvışmaya zorlamak Verb
piyasada bulunan bir ürünün taklidi
pek bir işe yaramamak Verb
şekle fazla bağlı kalmamak
açıkçası, doğrusunu söylemek lâzımgelirse.
Not to put too fine a point on it, I didn't think your
performance was very good.
kılı kırk yarmadan
fazla yer işgal etmek Verb
gerektiğinden fazla, aşırı derecede.
He exceeded the speed limit once too often and fined $50.
(birisi için/birinin takatinden) fazla, aşırı, yeteneğinin üstünde.
kapısını aşındırmak Verb
şekle fazla bağlı kalmak Verb
bir şey için çok ödemek Verb
şakada aşırı gitmek Verb
aşırı genelleme yapmak Verb
fazla ileri gitmek, haddi aşmak, çığırından çıkarmak.
bilgiçlik etmek Verb
bir binaya yüksek değer biçmek Verb
mallara aşırı yüksek değer biçmek Verb
bir şeye aşırı yüksek değer vermek Verb
mallara değerinden düşük fiyat biçmek Verb
mallara çok düşük fiyat koymak Verb
iki karpuzu bir koltuğa sığdırmaya çalışmak Verb
aynı anda birçok şey yapmaya çalışmak Verb
aynı anda pek çok işle uğraşmak Verb
olayları fazla ciddiye almak.
çok işe girişmek Verb
fazla yer tutmak Verb
çok ileri götürmek, işi zıvanadan çıkarmak, tadını kaçırmak.
You are taking that joke too far and becoming rude.
bu ev için istenilen fiyat çok yüksek
birine fazla değer vermek Verb
(a) kendini beğenmek, (b) hep kendini düşünmek.
ezan okumak (argo) Verb
ince eleyip sık dokumak.
ayakkabıyı açma açış
iki beden büyük
çok fazla ayrıntıya girmeden Adverb
çok fazla ayrıntıya girmeksizin Adverb
sabrımı fazla zorluyorsunuz