usual

  1. alışılmış, mutat, âdet hükmünde, her zamanki.
    We will meet at the usual time. He sat in his usual
    chair. She got up earlier than usual.
    It is usual to do so: Böyle yapmak âdettir.
  2. bayağı, âdi, harcıâlem, alelâde, malûm, her zaman/her yerde rastlanan.
    He says usual things.
  3. alışılan/âdet edinilen şey.
normal alışkanlıklarına ters düşen
her zamanki işinıyapmak Verb
her zamanki işini yapmak Verb
herzamanki gibi, âdet üzere.
bermutat, âdet olduğu üzere, her zamanki gibi, alışıldığı şekilde.
As usual he arrived late.
işler her zamanki gibi
eski hamam eski tas
bir yenilik yok
eski tas eski hamam
cari faiz
normal acentelik şartları Noun
(bankacılık) normal harç
mutat giderler Noun
normal şartlar Noun
olayların garip bir biçimde aynı anda yer alması
normal devir ve ferağ senetleri Noun
normal devir ve ferağ senetleri Noun
her zamanki piyasa fiyatı
adi toplantı
her zamanki uğraş
her zamanki iş
normal ikametgâh
kurul toplantısında her zaman başvurulan usul
kurul toplantısında her zaman başvurulan usul
normal kambiyo kuru
normal döviz kuru
olağan şüpheli Noun
normal şartlar Noun
her zamanki şartlar Noun
her zamanki işi
normal harç
genel uygulama olmak Verb
normal işin gereği itina
her zamanki fikirlerini ortaya koymak Verb
olağan hale gelmek Verb
her zamanki kahvem
her zamanki şartlarla
ticari teamüle göre ambalajlı
âdet olan hizmette bulunmak Verb
her zamanki … Noun
her zamanki yollardan
her zamanki şartlar altında
normal kaydı ihtirazi