1. Edat şu kadar ki
  2. durgun, sakin, hareketsiz, kımıldamayan, akmayan.
    to keep/lie/ stand still: kımıldamamak, hareketsiz
    durmak.
    still waters: durgun sular.
    still waters run deep: (a) Yumuşak huylu atın çiftesi pektir; (b) Yere bakar yürek yakar.
  3. sessiz, sakin.
    The room was still at the end of the speech.
  4. hafif, alçak sesli.
    a still murmur.
    The still small voice: vicdanın sesi.
  5. asûde, durgun.
    the still air.
  6. (şarap vb.) köpüksüz, köpürmez.
    still wine.
  7. (sinemanın tersine) fotoğraf, hareketsiz resim.
  8. sessizlik, sükûnet.
    the still of the night.
  9. hâlâ, el'an.
    Are you still here? The coffee is still hot.
  10. şimdilik, şimdiki halde.
  11. yine de, o zaman bile.
    Objections will still be made.
  12. ayrıca, üstelik, bundan başka, buna ilâveten.
    He gave still another reason.
  13. yine de, mamafih, bununla beraber, buna rağmen, olsa bile.
    It's a very unpleasant affair, still we
    can't change it: Çok nahoş bir olay, mamafih değiştirmek elimizde değil.
  14. sessizce, ses çıkarmadan, kımıldamadan.
    Sit still!
  15. daima, her zaman, mütemadiyen, daima.
  16. fakat, yine de.
    still the fact remains that: fakat gerçek şu ki.
    It was futile, still they fought.
  17. durdurmak, susturmak, sesini kestirmek.
  18. yatıştırmak, teskin etmek.
  19. yatışmak, sakinleşmek, sükûnet bulmak.
  20. susmak, sesini kesmek.
  21. imbik.
  22. rakı/viski vb. fabrikası.
    illicit still: kaçak rakı/viski yapımevi.
  23. damıtmak, imbikten geçirmek.
belleğinde hâlâ canlı tutmak Fiil
işinde henüz acemi olmak Fiil
varacağı yere daha üç mil olmak Fiil
akıntısız
gene de
bakır imbik İsim, Gıda ve Mutfak
bakır imbik İsim, Gıda ve Mutfak
bir tür viski imbiği. İsim
uslu durmak Fiil
kımıldamamak, hareketsiz durmak.
ancak, yine de, bununla beraber, buna rağmen.
ölü doğmuş çocuk
ölü doğmuş
hala emekleme döneminde Fiil
ne de, hele … hiç, … şöyle dursun. (olumsuz bir tümceyi izleyen tümceyi daha da olumsuz yapar).
He
can't speak Turkish, still less English: İngilizce şöyle dursun Türkçeyi bile konuşamaz (Türkçe konuşamaz, hele İngilizce hiç konuşamaz).
It was not a merely scientific interest, even less was it a political one: Sırf bilimsel bir ilgi olmadığı gibi, siyasî bir ilgi hiç değildi.
natürmort, cansız/ölü doğa. İsim
hala hayatta bulunan tanık
hâlâ hayatta bulunan tanık
sağ tanık
damıtım odası İsim
kiler
Durgun sular derin olur. (Derin düşünen insanlar çok konuşmaz). Sıfat
Yine de,
(mahpus) hâlâ yakalanmamış olmak Fiil
hâlâ mükemmel çalışmak Fiil
(fiyatlar) yükselmeye devam etmek Fiil
hâlâ yürürlükte olmak Fiil
daha işin başında olmak Fiil
kabataslak halinde olmak Fiil
hâlâ yürürlükte olmak Fiil
hâlâ geçerli olmak Fiil
hâlâ planlama aşamasında bulunmak Fiil
(gemi) hâlâ tamirde olmak Fiil
henüz işgal edilmemiş olmak Fiil
gene de arada dağlar kadar fark olmak Fiil
henüz inşaat halinde olmak Fiil
henüz müzakere edilmekte olmak Fiil
para sıkıntısını henüz atlatmamış olmak Fiil
havada olmak Fiil
belirsizliğini korumak Fiil
havada kalmak Fiil
eldeki suretler İsim
el de beş on kuruşu kalmak Fiil
elde beş on kuruşu kalmak Fiil
henüz gelişmekte olan sanayi
hala borçlu bulunulan büyük meblağlar İsim
hâlâ borçlu bulunulan büyük meblağlar İsim
bir kısmı karşılanmış bir kısmı henüz karşılanmamış siparişler İsim
teklif imiz hala geçerlidir
birinin hâlâ hayatta olduğunu kanıtlamak Fiil
makine hâlâ işe yaramak r
Daha da kötüsü, ...