daha başlangıçta kazanma şansı olmayan aday
imalâtta bir işlemin tersine yapıldığı süre.
Noun
(Avustralyada) civar arazi sahiplerince otlak olarak kullanılan bozkır (hükümete ait arazi).
Noun
kapanacak korkusuyla bankadaki hesaplardan çok büyük paralar çekilmesi
bombardımana geçiş: bombalama işinin hedef görüldükten (veya elektronik cihazlarla keşfedildikten) bombanın
atılmasına kadar geçen safhası.
Noun
bombardımana geçiş: bombalama işinin hedef görüldükten (veya elektronik cihazlarla keşfedildikten) bombanın
atılmasına kadar geçen safhası.
Noun
manevra atışı: yalancı mermi ile atış.
Noun, Military
(otomobil) ekonomik kullanım
(futbolda) top kaçırma, topu karşı oyuncudan kaçırıp yandan ilerleme.
Noun
muhalefeti/formaliteyi atlatma, kestirmeden sonuca varma.
Noun
bir gün içinde gündelik bir gazetenin her baskısında çıkmak üzere verilen reklam
hayır amacıyla para toplamak için yapılan uzun mesafe koşusu
uzun vuruş: beyzbolde tam kale koşusu gerektiren ve topu saha dışına çıkaran vuruş.
Noun
kolay/tehlikesiz uçuş.
The reconnaissance flight was a milk run .
Noun
tiraj (bir gazete ya da basılı bir şeyin toplam nüsha sayısı
vb'nin belirli bir baskıda basılan nüsha sayısı
bir kitabın , belgenin vs .'nin belirli bir baskı da basılan nüsha sayısı
koşmak, seğirtmek.
to run like a hare: tavşan gibi koşmak.
to run to meet someone.: koşarak
birini karşılamak.
to run upstairs: koşarak merdivenleri çıkmak.
Verb
koşarak/çabuk gitmek, hızlı yürümek.
run along: boyunca gitmek, takip etmek.
The road runs along the river.
Verb
kaçmak, firar etmek, tüymek.
Verb
yardım/destek aramak.
Verb
gidivermek, uğrayıvermek, kısa süre ziyaret etmek.
We ran over Bursa.
Verb
başıboş/âvâre dolaşmak/gezinmek.
To run about the street/fields.
Verb
(makine vb.) işle(t)mek, çalış(tır)mak.
This machine runs by electricity. This bus runs between Bursa and Yalova.
Verb
(a) yarış(tır)mak, yarışa girmek/sokmak, (b) yarışı (belirtilen derece ile) bitirmek.
The horse ran second.
Verb, Sports
adaylığını koymak, seçime girmek.
to run for President: Cumhur başkanlığına adaylığını koymak.
to run in the next election: gelecek seçimlere girmek.
Verb
(balık vb.) göç etmek, akıntıya yukarı yüzmek.
Verb
(otomobil, gemi) seyretmek, (belirli güzergâhta) sefer yapmak/işlemek.
Verb
geçmek, kaymak, hareket etmek.
a rope runs in a pulley/through the block.
Verb
(asma vb.) tırmanmak, çıkmak.
Verb
(çorap) kaç(ır)mak, sök(ül)mek.
to run a stocking on a protruding nail.
Verb
(sıvı) ak(ıt)mak, dol(dur)mak.
to run water for a bath.
Verb
(belirli sınırlar arasında) değişmek/oynamak.
run from x to y: x ile y arasında değişmek.
Your work runs from fair to bad.
Verb
erimek, eriyip akmak.
Verb
(bir yüzeyde sıvı) yayılmak.
Verb
(renk) atmak, ağarmak.
Materials that run when washed.
Verb
(su vb.) ak(ıt)mak, boşal(t)mak.
running water: akarsu.
The water runs out of the pipe into the bucket. The tears ran down her face.
Verb
işlemek, faal/işler halde olmak.
The engine is running.
Verb
(zaman) geçmek, mürur etmek, geçip gitmek.
The hours run by.
Verb
(birinden ötekine) geçmek, intikal etmek, tevarüs etmek.
Genius runs in family.
Verb
… olmak, …leşmek.
run dry: kurumak.
The well ran dry: Kuyu kurudu.
Our stores are running low: Erzakımız azalıyor.
Verb
ulaşmak, baliğ olmak, varmak.
The bill ran to $100.
Verb
(söz/yazı) sürüp gitmek, devam etmek, demek.
The minutes of meeting runs as follows.
Verb
(borç/faiz) baliğ olmak, birikmek.
Verb
(a) (ilâm vb.) yürürlüğe girmek, (b) geçerli olmak, (c) uyuşmak, mutabık olmak, mutabakat sağlamak.
Verb, Law
sürmek, devam etmek, sürüp gitmek.
The story runs for ten pages. The conversation ran on and on.
Verb
(belirli yönde) uzanmak, gitmek.
This road runs north.
Verb
belirli bir uzunlukta olmak.
Verb
(hikâye/resim vb.) basılmak, yayınlanmak.
Verb
(piyes/sinema) sürekli oyna(n)mak.
The play ran for fifty nights.
Verb
çabucak geçip gitmek.
Verb
sürekli olarak tekrarlanmak, (aklına) gelmek/saplanıp kalmak, daima hatırlanmak.
An idea/a tune ran through his head.
Verb
meyletmek, eğiliminde/mütemayil olmak, yönelmek, kaçmak.
This novel runs long descriptions. Her tastes runs to luxuries.
Verb
ortalama (belirli sayıda/büyüklükte vb.) olmak.
Verb
rüzgâra karşı seyretmek.
Verb, Maritime Traffic
dörtnala sürmek/koşturmak.
Verb
(av) kovalamak, izlemek, izini sürmek, takip etmek.
To run deer on foot.
Verb
(hayvanı) gütmek, sürüp götürmek.
Verb
(gemi vb.) muntazam sefer yapmak, (iki yer arasında) gidip gelmek.
This steamer runs between İstanbul and İzmir.
Verb
(taşıt ile) götürmek, taşımak, nakletmek.
Verb
(göz, el vb.) gezdirmek.
He ran his eyes over the letter. He ran his hands over the table.
Verb
aşmak, geçmek, atlamak, yarmak.
to run a boundary: sınırı geçmek.
to run a blockade: ablukayı
yarmak.
to run rapids: hızlı akıntıyı aşmak.
Verb
(gümrükten mal) kaçırmak, kaçakçılık yapmak.
Verb
(makine, oto) sürmek, çalıştırmak, yürütmek.
Verb
basmak, yay(ınla)mak, (kopya) çıkarmak.
to run an ad. to run 5 copies of a document.
Verb
(bir konuyu) işlemek, incelemek, tahlil etmek.
Verb
(makine/motor) çalışmak, işlemek.
Verb
(gemi/oto vb.) mutat yoldan ayırmak/saptırmak, yoldan çıkarmak.
Verb
(seçimde) aday göstermek, (adayı) desteklemek.
Verb
yönetmek, idare etmek, sürdürmek.
To run a business. To run one's own life.
Verb
(tehlikeye, tesadüfe vb.) maruz kalmak/bırakmak/atılmak.
To run a risk.
Verb
(belirli bir duruma) gelmek/getirmek, sürükle(n)mek, zorlamak, uğra(t)mak, çatmak.
To run into trouble. A ship that has run aground. To run oneself out of breath.
Verb
run out/of/off/into/through: itmek, sürmek, zorla ilerletmek.
Verb
uzanmak, uzatmak, yükseltmek, çekmek.
To run up a flag.
Verb
(dökümcülükte) dökmek, erimiş madeni kalıba akıtmak.
Verb
(çizgi) çizmek/çekmek.
Verb
(fiyatı) … olmak, belirli bir değere ulaşmak, (bir kimseye belirli bir fiyata) mal olmak/çıkmak.
That dress will run you $190.
Verb
(gemiyi) hızla ve kolayca yürütmek/sevketmek/ilerletmek.
They ran the ship into port.
Verb
borç) vakti/vadesi gelip geçmek.
Verb
koşma, seğirtme, koşuş.
at a run: koşarak, acele ile, telâşla.
He left the house at a run.
Noun
kaçma, kaçış, firar.
Noun
koşar adım.
The boys set out at a run.
Noun
koşulan/gidilen yol/mesafe.
Noun
bir yerden bir yere gidiş.
Noun
(a) bomb run, (b) uçuş, hücuma geçinceye kadar hedefe yaklaşma uçuşu.
a strafing run.
Noun, Military
uçağın pistte/denizde yürüyüşü, (b) sefer, uçuş.
Noun, Aviation
(motor vb.) çalışma/işleme süresi.
Noun
işleme süresi içindeki üretim.
Noun
(çorap) kaçık.
a run in stocking.
Noun
ilerleme, ileri hareket, gelişme, terakki.
Noun
bir şeyin yönü.
The run of the grain of wood.
Noun
eğilim, temayül, gidişat.
Noun
serbest hareket, gezinme.
Noun
atılım, hızlı ilerleme.
Noun
(piyes) oynama/gösterim süresi.
Noun
nöbet (vakti), iş nöbeti.
Noun
(maden) damar. uzantı.
Noun
kesiksiz/ardışık olaylar dizisi/zinciri.
a run of luck: talih/şans zinciri.
Noun
aynı cins kartlar dizisi.
a heart run.
Noun
sürekli talep, üşüşme, tehacüm.
run on the bank: herkesin birden bankadan parasını istemesi.
run on the shops for sugar: şekere tehacüm, herkesin birden şeker alması.
Noun
mütevali borçlar, bankadan seri/âni ödeme talebi.
Noun
debi, akan su miktarı.
a run of 500 barrels a day.
Noun
(su, vb.) akış, akma, çağlama.
Noun
(belirli bir maksatla yapılmış) eğik yol, kayma yokuşu.
Noun
kümes bahçesi.
a chicken run.
Noun
göç: balıkların akıntıya yukarı sürü halinde göçü.
Noun
göç eden balık sürüsü.
a run of salmon.
Noun
sürü, beraberce hareket eden hayvan topluluğu.
Noun
nağmeleme, ses geçidi.
Noun, Music
(a)
a run for one's money: (a) şiddetli rekabet, (b) semere, kâr, kazanç.
Noun
eritilmiş, sıvı.
run butter.
Adjective
eritilerek dökülmüş/akıtılmış.
Adjective
koşuş(tur)mak, öteye beriye koşmak.
karşılaşmak, rastgelmek, tesadüf etmek.
(a) kovalamak, peşinden koşmak.
to run after women: kadın peşinde koşmak, hovardalık yapmak. (b)
hizmet etmek.
I can't keep running after you all day.
çatmak, uğramak, maruz kalmak, çarpmak, karşılaşmak.
run against a stone wall: körü körüne
inat etmek, olmayacak bir şeyi zorlamak, olanaksız bir işte israr etmek.
kaçmak, tüymek, firar etmek.
tereffücü (artırmacı) olmak
Verb
tehlikeli işlere atılmak, şansını denemek.
(menfaatler) çatışmak
Verb
(a) otomobille) çiğnemek, ezmek, (b) peşinden koşup yakalamak.
To run down a fugitive. (c) dikkatle
incelemek/gözden geçirmek. (d) (kurulmadığı için) durmak, işlememek, (e) yermek, kötülemek, aleyhinde söylemek.
He's jalous of your success, that's why he's always running you down. (f) arayıp bulmak/elde etmek, izleyip meydana çıkarmak.
To run down an information/a book. (g) (sağlığı/kuvveti) azalmak, kötüleşmek, (h) (beyzbol) söbelemek.
(makine) avara çalışmak
Verb
(fiyatlar) yükselmek
Verb
(fiyatlar) yükselmekte olmak
Verb
(fabrika) âtıl durmak
Verb
(makine) avarada çalışmak
Verb
(zamanaşımı kanunu) hemen yürürlüğe girmek
Verb
(a) uğramak, ziyaret etmek, (b)
argo tutuklamak, hapse atmak, (c)
basım bitiştirmek, birleştirmek,
satırbaşı/paragraf başı yapmamak, (d) (yeni motoru) çalıştırarak alıştırmak.
(a) çarp(ış)mak, (b) tesadüf etmek, karşılaşmak, rastgelmek, (c) baliğ olmak, toplamı … tutmak/ -e varmak,
ulaşmak, (d) karşılaşmak, maruz kalmak, başına gelmek, (e)
run oneself into the ground: çok yorulmak, pestili çıkmak.
ufak tefek işlere koşmak.
(a) kaçmak, kaçır(t)mak, hızla uzaklaş(tır)mak.
His wife ran off with another man. (b) (kolayca/çabucak)
yaratmak/ibda etmek, icra etmek, (c) (yarışmada) kazananı seçmek/belirtmek, (d) sürmek, kovmak, uzaklaştırmak. (e) fotokopi yapmak, kopya çıkarmak.
Could you run me off 3 copies of this article, please. (f)
run off with: çalmak, alıp kaçmak, yürütmek.
He ran off with a book from the library. (g)
run off one's feet
k.d. işi başından aşmak, çok meşgul olmak
(a) aralıksız sür(dür)mek/devam et(tir)mek, ilerle(t)mek, devamlı konuşmak, (b)
basım metnin sonuna
eklemek, ara/boşluk bırakmadan basmak, (c)
run on the rocks: (gemi) kayalara oturmak, iflâs etmek, batmak.
(a) bit(ir)mek, son vermek, sona er(dir)mek, (b) tükenmek, mevcudu kalmamak, (c) kovmak, uzaklaştırmak, dışarı atmak.
(a) (taşıtla) çiğnemek/ezmek, (b) aşmak, tecavüz etmek, fazla gelmek, taşmak, (c) tekrarlamak, tekrar gözden geçirmek.
cari hesaptaki mevcut paradan daha yüksek meblağ çekmek
Verb
(makine) arızasız çalışmak
Verb
(a) azmak, işi azıtmak, başıboş/sorumsuz hareket etmek, gemi azıya almak, azgınlık/taşkınlık yapmak,
ele avuca sığmamak, kontroldan çıkmak, (b) (bitki) azmanlaşmak, dal budak salmak, her tarafı sarmak.
(US) (bir şeyi) geliştirmek ya da yönetmek için sorumluluk almak
Verb
firmanın ürününde fiyat ya da üretim değişikliği yapması
fabrika büyüklüğünde bir değişiklik yapmadan
basın reklamlarında bir ürünle ilgili reklamın farklı uyarlamalarla kullanılması