kafa şişirmek/ütülemek, vira konuşmak, vırvır etmek.
He'll bend your ear for hours: Saatlerce kafa ütüler.
protestolara neden olmak
Verb
kulak-burun-boğaz cerrahı
Noun, Medicine
KBB cerrahı
Noun, Medicine
kulak-burun-boğaz cerrahisi
Noun, Medicine
KBB cerrahisi
Noun, Medicine
azarlama, paylama, çıkışma, zılgıt.
kulağı kirişte olmak, bütün söylenenleri dinlemek.
herşeyi kulağına fısıldayacak kadar sırdaşı olmak.
kulak vermek, (can kulağı ile) dinlemek.
bilinç altından dinlemek
Verb
kulağından tutulup atılmış, işinden kovulmuş.
kulağını bükmek, ikaz etmek, azarlamak, paylamak. flea (3).
dostça uyarmak, ihtar etmek,
mec. kulağını bükmek.
I put a flea in his ear about the next meeting.
gizli söz, sır, kulağa fısıldanan söz.
bir şeyi başka kimseye söylememek üzere söylemek
Verb
sarkık kulak: tamamen aşağı sarkan köpek kulağı.
button-eared: sarkık kulaklı.
Noun
yumru-kulak: (bilhassa yumruk-oyunu sonucunda) yaralanarak kütleşmiş kulak.
kitap yaprağının köşesinin kıvrılması
tecrübeli, becerikli, mahir.
filkulağı
(Colocasia antiquorum): yürek biçiminde geniş yapraklı süs bitkisi.
Noun
iri begonya, geniş yapraklı bir begonya türü.
Noun
bir kimse/bir şey hakkında yanılmak/hataya düşmek.
biri tarafından dikkatle dinlenmek
Verb
göze çarpmak, kulağına gelmek.
orta kulak: kulak zarı ile örs, çekiç, üzengi ve mercimek kemiklerini içine alan kulak boşluğu.
Noun
ezbere (notasız) çalmak.
He can play the most difficult piano music by ear.
notasız/kulaktan çalmak/söylemek.
olayların gelişmesine göre davranmak, müşkül duruma hemen çare bulup işin içinden sıyrılmak.
birdenbire çaresini bulmak, o anda uydurmak/aklına gelmek.
kulak protezi
Noun, Medicine
protez kulak
Noun, Medicine
(a) kızartmalık mısır (koçanı), (b)
(G ve orta ABD) kaynatılacak mısır koçanı.
birinin içine kurt düşürmek
Verb
birini ters bir cevapla kovmak
Verb
birini paylamak, ağzının payını vermek, terslemek, ters bir cevapla kovmak, haşlamak, zılgıt vermek.
(a) ses duyarsızlığı, bazı sesleri/tonları birbirinden ayıramama, (b) cauliflower ear.
işitmezlikten gelmek
Verb
birinin dikkatini çekmek
Verb
Kötülükten iyilik gelmez.
kulak bakımı
Noun, Medicine
kulak enfeksiyonu
Noun, Medicine
kulak burun boğaz uzmanı
Noun, Medicine
kulak hastalıkları uzmanı
sağır borusu: eskiden ağır işiten kimselerin daha iyi işitebilmek için kulaklarına tuttukları sesi toplayıcı boru.
Noun
kulak burun boğaz (KBB)
Noun, Medicine
kulağa/göze hoş gelen, hoş, güzel.
bir kulağından girip öbüründen çıkmak
Verb
bir kulağından girip ötekinden çıkmak
Verb
bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak
Verb
göz-kulak kesilmek, yeni haberleri izlemek.
nabız yoklamak, kulağı kirişte olmak, etrafa kulak vermek.
Reporters keep an ear to the ground so as to know as soon as possible what will happen.
Verb
ağzı kulaklarına varmak, aptal aptal sırıtmak.
dinlemek istememek, kulak asmamak, aldırmamak, hiçe saymak.
None so deaf as those who won't hear:
İşitmek istemeyen kadar sağır olamaz.
işitmemezlikten gelmek, kulak asmamak, aldırmamak, umursamamak.
işitmezlikten gelmek, kulak asmamak, kulak arkasına atmak.
yalvarmaları duymazdan gelmek
Verb
işitmezlikten gelmek
Verb
birinin talebini iyi karşılamak
Verb