face!

yüz, çehre, surat.
a beautiful face.
to fall (flat) on one's face: yüzükoyun düşmek.
He
was lying face up(wards): Sırtüstü yatıyordu.
face down: yüzüstü, yüzükoyun.
to turn something face up: bir şeyin yüzünü yukarı çevirmek.
Noun
yüz (ifadesi), sima.
a sad/happy face. He's a good judge of faces. Noun
surat/yüz buruşturma/ekşitme, surat etme, acayip yüz ifadesi. Noun
küstahlık, cür'et, yüz(süzlük).
He had the face to tell us: Bize söylemek cür'etini gösterdi.

How anyone could have the face to ask that question?
Noun
(dış) görünüş, görünüm, veçhe, zevahir.
on the face of it: görünüşe göre, zahiren.
We have
information that puts a different face on the matter: Edindiğimiz bilgiler işe tamamen değişik bir veçhe veriyor.
Noun
gösteriş, sahte tavır. Noun
(a) şeref, itibar, (b) kendine güven, nefsine itimat.
He maintained a firm face in spite of great
difficulties: Büyük güçlüklere rağmen kendine güveni sarsılmadı.
Noun
(ticarî evrakta yazılı) asıl değer (faiz, iskonto vb. hariç). face value. Noun
(belge, vesika vb.) açık anlam, âşikâr mânâ.
the face of the document. Noun
yeryüzü, (coğrafî/genel) görünüş. Noun
yüzey, satıh, yamaç, sırt.
the face of the earth: yeryüzü.
He vanished off the face of the
earth: Yeryüzünden kayboldu/silindi.
The level face of the plains. We climbed the north face of the mountain.
Noun
üs (taraf), (kullanılan) yüz.
the face of a watch/of a clock. Noun
ön, cephe.
the face of a building. Noun
(alet vb.) çalışan/iş gören yüzey.
the face of a golf club. Noun
yüzey, satıh.
A cube has 6 faces. Noun, Geometry
alın, üzerinde çalışılan tünel duvarı.
The miners work at the face for 7 hours each day. Noun, Minerology

typeface ile ayni anlama gelir. yazı, harf, harf çeşidi/biçimi.
Which face shall we print this
book in? Bu kitabı hangi çeşit harfle basacağız?
bold face: kalın/siyah harf.
broad/narrow face.
Noun
pervanenin arka yüzü. Noun
tabyanın çıkıntısı. Noun
(kristal) kesik yüz(ey). Noun
görünüş, zuhur, mevcudiyet.
to flee from the face of the enemy: düşmanı görünce kaçmak. Noun
(yüzüne) bakmak, karşı karşıya/yüzyüze gelmek/bulunmak.
The dancers stood facing each other. He was
facing me at the dinner.
Verb
nâzır (yüzü dönük) olmak.
The house faces west. Verb
karşı gelmek, karşısında olmak, karşılaşmak, karşısına çıkmak, göze almak.
Another problem now faces
us. They were faced with difficult decision.
the difficulties that face us: karşılaştığımız güçlükler.
to be faced with defeat.
He was faced with the prospect of doing it himself: Onu bizzat yapmak zorunda kalmıştı.
I can't face another winter here: Burada bir kış daha geçirmeyi göze alamam.
Verb

face down/out: cesaretle karşılamak, farkında/haberdar olmak.
to face down an opponent:
rakibini karşısına cesaretle çıkmak.
Verb
muhalefet etmek, karşı çıkmak. Verb
kaplamak, astarlamak.
to face garment with silk. a wooden house faced with brick. Verb
elbisenin kenarına biye geçirmek. Verb
(iskambil) kâğıt açmak. Verb
(taşın yüzünü) yontmak, yontup düzeltmek. Verb
(buz hokeyinde hakem) diski iki oyuncu arasına koymak. Verb
(sağa/sola/geriye) dönmek.
Right face! Sağa dön!
Left face! Sola dön!
face this way:
Bu tarafa dönünüz.
face about: geriye dönmek.
Verb
tam önden alınmış
güler yüz
geriye dön! (komut).
Brit.:
about turn.
(a) bebek yüzü, (b) bebek yüzlü.
karşılaştırmak Verb
(çek) görünüşte normal tertip edilmiş olmak Verb
başlangıçtan geçersiz olmak Verb
koyu harfle baskı
afallamış yüz
(aşırı öfkeden/yorgunluktan) bitkin, bitap, mosmor, takatsiz.
He ran until he was blue in the face:
Takati kesilinceye kadar koştu.
I told you till I am blue in the face: Sana bin defa söyledim/söylemekten dilimde tüy bitti.
matbaacılıkta normalden kalın olan harfler
siyah harf
karşılaştırmak Verb
insanları yüzleştirmek Verb
(ikiz kristallerde) ortak yüzey, birleşme yüzeyi.
yüzünden geçmek Verb
sergi ve başlıklar için kullanılan harf
tek kullanımlık yüz maskesi Noun, Personal Care-Hygiene
tek kullanımlık maske Noun, Personal Care-Hygiene
(madencilik) yatak işletmek Verb
... ile yüzleşmek Verb
...'in tepkisini çekmek Verb
...'den tepki görmek Verb
değişen durumları göğüslemek Verb
bir senedin üzerinde yazılı meblağ
bir sorunla karşı karşıya bulunmak Verb
yüz açısı. Noun
her iki tarafı da idare etmek, tavşana kaç tazıya tut demek, hem nalına hem mıhına vurmak.
(iskambil) resimli kâğıt (papaz vb.). Noun
yüz bakımı Noun, Medicine
(kristal) yüzey-merkezli. body-centered Adjective
rekabet edebilmek
rekabete dayanmak Verb
(a) (karşısındakini) sindirmek, (yüzüne dik dik bakarak) yıldırmak, susturmak.
bütün itirazları yenmek Verb
yüz sineği
(Musca automnalis): K. Amerikada davarların gözüne musallat olan zararlı bir sinek. Noun
gaz maskesi
onu kabul etmek Verb
görünüşünü, işleyişini, vb daha iyi duruma getirme
kırışıklıkları, vb gidermek için yapılan güzelleştirme ameliyatı
yüz maskesi
yüz maskesi Noun, Personal Care-Hygiene
mastar
mastar
klişe
şablon
kalıp
binanın cephesi
paranın tuğra tarafı
halihazırdaki ipotek borcu
bir kâğıdın yüzü
bir senedin üzerindeki yazı
kitabın kabı
borcun itibari meblağı
sigorta poliçesindeki yazılı değer
plağın yüzü
(buz hokeyinde) diski iki oyuncu arasına koyarak oyunu başlatmak.
(yüzü/cephesi) dönük olmak, -e bakmak.
The house faces on the street.
sonuna kadar dayanmak, sebat etmek, azmetmek.
yüz temizleme kremi
itibari meblağ
zulme maruz kalmak Verb
yüz pudrası
pudra
takibata uğramak Verb
(kredi) net faiz oranı
yüz tanıma Noun, Software
yüz tanıma sistemi Noun, Electronics
vaziyeti kurtarıcı
peçe
yüz siperliği Noun, Personal Care-Hygiene
birine itidalini kaybettirmek Verb
sonuçlarına göğüs germek Verb
düşmana karşı çıkmak Verb
... gerçeğiyle yüzleşmek Verb
gerçekleri olduğu gibi karşılamak Verb
sonu gelmiş olmak Verb
gerçekleri olduğu gibi/bütün çıplaklığı ile görmek/kabul etmek ve ona göre davranmak, gerçeklerle yüzyüze gelmek.
(tehlike, cezalandırılma ihtimali karşısında) yılmamak, çekinmemek, sonuca katlanmak.
We'll have to
face the music: Yılmayalım/yılmamamız, sonuca katlanmamız gerekir.
bir girişimin karşılaşacağı güçlükleri/varabileceği kötü sonucu/doğacak sorumluluğu yılmadan karşılamak/kabullenmek,
âkibetine hazır olmak.
geçmişle yüzleşmek Verb
(ev) ırmağa bakmak Verb
(US) önemli bir kişiye refakat eden ve onu koruyan Amerikan gizli ajanının görev başında olduğu süre
(a) yüzyüze, karşı karşıya.
The opponents were brought face to face. During the storm I came face
to face with death. (b)
face to face with: huzurun(d)a.
yüz yüze görüşme
yüz yüze görüşme
(yüzünü) -e dön(dür)mek/yönel(t)mek.
to face toward the sea.
yüz nakli Noun, Surgery
yüz nakli Noun, Medicine
perakende malları raflarda ya da teşhir standlarında düzenlemek Verb
(a) bildirmek, kabul etmek, (b) cesaretle karşılamak.
to face up to a difficult situation/an enemy.
... ile yüzleşmek Verb
itibarî kıymet, saymaca değer, görünürdeki/zahirî değer/önem/anlam.
If you take his remarks only at
their face value you will not have understood his full meaning. Do not accept promises at face value.
Noun
(bono, hisse senedi vb.) yazılı/itibarî/asıl değer. Noun
nominal değer Noun, Accounting
istinat duvarı: bir kazıda toprağın hendeğe göçmesini önleyen duvar. Noun
ayna dişli
maske, yüz maskesi.
put on a false face: sahte tavır takınmak. Noun
yüz hatları Noun
makyajını düzeltmek Verb
koltuk vermek Verb
karşı gelmek, meydan okumak, aldırmamak, tanımamak, hiçe saymak.
fly in the face of custom/convention.

fly in the face of facts: gerçeklere aldırmamak, gerçekleri inkâra kalkışmak.
fly in the face of providence: kadere karşı mücadele etmek.
(foto) tam önden alınmış
dar ve sivri yüz.
yüzünü gerdirmek Verb
yüzü olmak, yüzü tutmak, cür'et etmek, utanmamak, hiç çekinmemek.
I don't know how you have the face
to ask for such a thing!
bir şeyi göğüslemek zorunda olmak Verb
(a) rağmen, … olduğu halde.
He succeded in the face of tremendous difficulties. (b) karşı(sında),
muvacehesinde.
He showed no fear in the face of danger.
in the face of all men: âleme karşı.
tehlike karşısında
gülmemek, (gülmemek için) kendini (zor) tutmak.
I found it hard to keep a straight face: Gülmemek için kendimi zor tuttum.
metin/cesur/temkinli davranmak, metanetini/cesaretini yitirmemek, itidalini/soğukkanlılığını korumak Verb
sola dön(üş).
Gerçeği görmemezlikten gelmiyelim = Şunu kabul edelim ki … = Şurası muhakkak ki …
asık surat, ekşi yüz, üzgün çehre, somurtma, somurtkanlık. Noun
utanmadan/korkmadan (birinin) yüzüne bakalbilmek.
look death in the face: ölümü göze almak, ölümden korkmamak.
birine yiyecek gibi bakmak Verb
küçük düşmek, itibarını kaybetmek, mahcup/rezil olmak, yüzü kalmamak.
When he failed to beat his opponent,
he felt he had lost face with his friends, who all expected him to win.
itibarını kaybetmek, küçük düşmek.
itibarını kaybetmek Verb
itibarını kaybetme
somurtmak, surat asmak, yüzünü buruşturmak.
suratını ekşitmek Verb
(red anlamında) surat asmak, kaş çatmak.
yüzünü gözünü oynatmak/buruşturmak, yüzüne acayip ifadeler vermek, (yüz işaretleriyle) alay etmek.
The
little girl on the bus was making faces at people.
toparlak surat
politikada
yeni sima
yeni aday
üç boyutlu görüntü etkisi veren matbaa harfi
makyaj yapmak Verb
yüzünü boyamak Verb
tamamen ifadesiz yüz.
poker-faced: yüzü tamamen ifadesiz.
yüz protezi Noun, Medicine
surat asmak Verb
surat asmak.
alı al moru mor
surat asmak Verb
makyajını yapmak Verb
şaşırtmak Verb
birini şaşkına çevirmek Verb
nominal değerini yükseltmek Verb
nominal değerinıyükseltmek Verb
sağa dön
(a) (komut) sağdan geriye dön! (b) sağdan geriye dönüş.
şerefini/onurunu/itibarını/haysiyetini korumak, küçük düşmemek, şöhretine halel getirmemek.
He had
to resign, to save face: Onurunu korumak için istifa etmek zorunda kaldı.
itibarını kurtarmak Verb
özsaygısını kurtarmak Verb
onurunu kurtarmak Verb
şiddetli bir şekilde karşı çıkmak Verb
gözükmek, ortaya/meydana çıkmak, kendini/yüzünü göstermek, arzı endam etmek.
sus be!
profil
çehre
ciddi bir eda takınmak Verb
asık çehre
(Br) televizyonda sık sık görülen sima
yüzüne karşı, dobra dobra, dolaysız.
I told him the truth to his face.
to my face: yüzüme karşı.
face1 (30).
yazıyüzü ailesi Information Technology
geriye dönme
politika değiştirme
cephe değiştirme
(Br) kâr bırakmak Verb
ağlamış bir suratla