wind

  1. Noun, Physics rüzgar
  2. Noun yel, rüzgâr.
  3. Noun fırtına, kasırga, bora.
  4. Noun esinti, hava cereyanı.
  5. Noun nefes, nefesli saza üflenen hava.
  6. Noun nefesli saz/ çalgı.
  7. Noun orkestranın nefesli sazları.
  8. Noun soluk, nefes.
    to catch one's wind: nefesini toplamak.
    Let me get my wind: Bırak biraz nefes alayım.
  9. Noun nefes alma gücü.
    Smoking affected his wind.
  10. Noun etki, nüfuz.
    strong winds of public opinion.
  11. Noun ima, haber, ihsas, ipucu.
    to catch wind of a stock split.
  12. Noun hayvanın kokusunu getiren hava.
  13. Noun boş lâf, saçma söz, hezeyan.
  14. Noun bağırsakta gaz.
  15. Noun pusula yönü.
  16. Verb havalandırmak, yellemek, havaya/rüzgâra maruz bırakmak.
  17. Verb havayı koklayarak izinden gitmek.
  18. Verb nefesini kesmek.
    He hit him in the stomach and wind ed him.
  19. Verb nefes aldırmak, dinlendirmek.
    They winded their animals at the top of the hill.
  20. Verb borazan çalmak, boru öttürmek, boru çalarak işaret vermek.
  21. Verb sar(ıl)mak, dolaşmak, dola(n)mak, yumak yapmak.
    to wind about: dolaşmak, yılankavi olmak.
    to
    wind a cloth round the wounded arm: yaralı kola bez sarmak.
    to wind wool int a ball: yünü/ipliği yumak yapmak.
    The plant winds round the pole: Bitki sırığa sarılıyor.
  22. Verb dön(dür)mek, çevir(il)mek, döndürerek çekmek/yükseltmek/indirmek.
    to wind the bucket out of the well.
    to wind down the car window. to wind the handle.
  23. Verb gizlice sokulmak.
  24. Verb eğ(ril)mek, bük(ül)mek.
  25. Verb (saat vb.) kurmak.
    to wind a clock.
  26. Verb
    wind up: vinç ile kaldırmak.
  27. Verb
    wind from/off: (makara, yumak vb.) çözmek, açmak.
    She wound the thread off the bobbin.
  28. Noun sar(ıl)ma, çevir(il)me, dön(dür)me, bük(ül)me, kıvırma, kıvrılam, kıvrılarak gitme.
    If you give it
    another wind , you will break the mainspring: Bir defa daha döndürürsen ana yayı kırarsın.
  29. Noun sarım, halka, çevrim, döngü, devir, büklüm.
yeniden soluk almak Verb
tetik durmak.
oh demek Verb
dinlemek Verb
bozum etmek, küçük düşürmek, yelkenlerini suya indirtmek, gururunu kırmak.
öfkesini yatıştırmak, yelkenleri suya indirmek.
rüzgâra göre hareket etmek Verb
birisinin gözüne girmek/sevgisini kazanmak.
birisini parmağında oynatmak, ona her istediğini yaptırmak.
işini tasfiye etmek Verb
konuşmasını tamamlamak Verb
konuşmasını bağlamak Verb
kurmak Verb
rüzgâra karşı
rüzgâraa
tam rüzgâra maruz.
felaket, hezimet.
It's an ill wind that blows no good/ nobody any good: Her işte bir hayır vardır.
(Kulun gücüne giden hakkında hayırlıdır, bazen fena şeyler iyi sonuç verir).
çığ yeli: çığ düşerken önünde hasıl ettiği yel/rüzgâr.
sık sık yön değiştiren hafif rüzgâr.
uçuş yeli: uçuşu esnasında çeşitli yön ve şiddettte rüzgâra maruz kalan mermiyi aynı yörüngede tutacak
eşdeğer rüzgârın yön ve şiddetini gösteren yöney (vektör).
rüzgâr yönünde
sarhoş olmak Verb
eli kulağında olmak Verb
savrulmak Verb
rüzgâr yönünde
yellenmek, osurmak.
(atlarda) solugan hastalığı, solunum zorluğu.
(atlarda) soluğan hastalığı.
(a)
den. rüzgâr doğrultusunda, rüzgâra karşı, orsasına (b) yasaları ihlâl edercesine, yolsuzluğa sapmasına kıl payı kalmış.
ters rüzgâr
yan-yel, yan-rüzgâr, karşı-yel, karşı-rüzgâr: bir uçak veya vapurun gidiş doğrultusuna dik esen rüzgâr. Noun
karşı rüzgâr
gündoğusu
rüzgâra açık
elverişli rüzgâr.
tedbiri elden bırakmak Verb
rüzgâra karşı uçmak Verb
uçuş rüzgârı
ters yönden gelen rüzgâr
anlamak Verb
rüzgâr gibi hızlı gitmek.
orsa etmek Verb
(Br) sıkıcı işte çalışmak Verb
rüzgârın ani olarak şiddetle esmesi
nefesi kuvvetli olmak.
izinde olmak Verb
dik rüzgâr Maritime Traffic
tam pruvadan esen rüzgâr
(gemi) rüzgâra karşı gitmek.
hortum
şiddetli fırtına, bora, hızı saatte 120 km.'yi bulan fırtına.
ufukta, beklenen, olması/ vukuu yakın, patlamak üzere.
There's good news in the wind: İyi haberler
bekleniyor.
There is something in the wind : Ortalıkta bir şeyler dönüyor.
rüzgâra karşı.
kara rüzgârı
esinti
çabuk
rüzgârın kesilmesi
karayel
rüzgâra arkasını vermiş.
meltem
denizden karaya esen rüzgâr
imbat
imbat
yakıcı rüzgâr
hâkim rüzgâr Noun
en çok esen rüzgâr
burnu büyük
gereken parayı hemen temin etmek.
You could raise the wind by selling your stamp collection.
bağıl rüzgâr, bir cisme göre havanın hareketi. Noun
rüzgâra karşı seyretmek Verb
kamuoyunu umursamamak Verb
rüzgârı arkasına almak Verb
(a) nefesini toplama, (koşu vb.'den sonra) normal solunum, (b) yeniden kazanılan güç/enerji.
güneş yeli: güneş fırtınalarının meydana getirdiği ve güneşten etrafa dağılan proton bulutu.
ilk belirti
şayi olmak Verb
duyulmak Verb
boşuna nefes tüketmek /harcamak.
(a) aldırış etmemek, önem vermemek, savsamak, kulak asmamak, (b) saçıp dağıtmak, savurmak.
throw caution
to the wind: sonunu düşünmeden hareket etmek, ihtiyatı elden bırakmak.
alize rüzgârı
rüzgâr altı
günbatısı
üşüme: soğuk hava ve rüzgârın duyurduğu soğukluk.
chill factor ile ayni anlama gelir. Noun
hissedilen sıcaklık
yel yöngeli, yel tulumu/ konisi: hava alanlarında vb. rüzgâr yönünü gösteren direğe asılı koni biçiminde
içi boş kumaş.
windsock ile ayni anlama gelir.
Noun
rüzgâr yönü
rüzgârın yönü
(a) yavaşlamak, (b) araba penceresini açmak.
rüzgâr direnci
rüzgârın direnci
rüzgar aşındırması Noun, Geography
rüzgâr kuvveti
rüzgârın kuvveti
dağ boğazı: dağlar arasında akarsu geçmeyen boğaz. Noun
yel-ölçütü: rüzgâr hızını ölçen alet. Noun
düzelteç: tüfekte nişan noktasını rüzgâr hızına göre düzeltme taksimatı. Noun
yel çengi, rüzgârla ses veren telli saz.
aeolian harp Noun
(havaalanı) rüzgâr yönünü gösteren gösterge
nefesli Music
nefesli çalgı/saz. Noun
dolaşıp gitmek.
rüzgâr yükü: rüzgârdan dolayı yapıya binen ilâve yük. Noun
(bir makaradan/iğden) boşaltmak veya ötekine sarmak.
rüzgar enerjisi Noun, Environment-Ecology
rüzgâr basıncı
rüzgâr gülü. Noun
yel ölçeği, rüzgâr hızı ölçeği (Beaufort ölçeği gibi). Noun
windrow ile ayni anlama gelir. ağaçları rüzgârla devrilmiş arazi.
wind cone Noun
rüzgârın hızı
su hortumu
kasırga
(hava alanında) T şeklinde yelyöngeli. Noun
yel tüneli. Noun
rüzgâr türbini Noun
(a) heyecanlandırmak, heyecana getirmek, sinirleri gerilmek.
He was all wound up before the exam.
(b) sonuçlandırmak, bitirmek, sona erdirmek, sonuca bağlamak, halletmek.
How does the play wind up: Piyes nasıl bitiyor?
to wind up the campaign: kampanyayı sona erdirmek. (c) (işleri) yoluna koymak, düzenlemek, tanzim /tasfiye etmek.
to wind up one's affairs: işlerini düzenlemek.
wind up a company: bir şirketi tasfiye etmek. (d) (beyzbol) topu atmak için kolu kaldırmak, (e) sarmak, yumak/kangal yapmak, (f) kurmak.
bir şirketi tasfiye etmek Verb
bir şirketi tasfiye etmek Verb
bir toplantıyı sona erdirmek Verb
mameleki tasfiye etmek Verb
bir saati kurmak Verb
bir hesabı kapamak Verb
(Br) bir terekeyi dağıtmak Verb
bir mal varlığını tasfiye etmek Verb
kendini yeniden hapishane parmaklıkları ardında bulmak Verb
yeniden hapse girmek Verb
işi tasfiye etmek Verb
sözlerle konuşmaya son vermek Verb
cebri tasfiye
kendini hapiste bulmak Verb
zarar halinde tasfiye olmak Verb
yükümlülüklerini düzenlemek Verb
borçları tasfiye etmek Verb
ortaklığı tasfiye etmek Verb
müzakereyi kapatmak Verb
müzakereleri kapamak Verb
isteyerek tasfiyeye gitmek Verb
isteyerek tasfiye etmek Verb
vane (1). Noun
cebri tasfiye
alarma kapılmak Verb
korkmak Verb
sezmek, duymak, haber almak, ipuçlarından anlamak.
ödü kopmak Verb
bir şeyden üç buçuk atmak Verb
korkmak, endişelenmek.
sezmek, koku(sunu) almak, farkında olmak, farkına varmak, duymak.
bir şeyden haber almak Verb
ipuçlarından anlamak Verb
duymak Verb
bir şeyi sezmek Verb
(a) rüzgâr yönünde olmak, (b) kokusunu almak, (c) üstün durumda olmak.
kokusunu almak Verb
birine üstünlük elde etmek Verb
(bir eylemin) ilerisi, bırakacağı etki, muhtemel gelişme/tepki.
işlerin ne şekil alacağını görmek Verb
tasfiye dilekçesi
bir lastiğe hava basmak Verb
lastiğe hava basmak Verb
korkutmak, endişelendirmek.
birini ürkütmek Verb
rüzgâr kaldı
(bir eylemin) ilerisi, bırakacağı etki, muhtemel gelişme/tepki.
.: fırdöndü, yelkovan, yelyönü göstergesi;