yalancı cennet(te yaşamak), aldatıcı/devamı mümkün olmayan mutluluk, boş emeller (beslemek).
(
him/them etc.): aptallığın ta kendisi, akılsızlığın daniskası (budur).
“ I decided to accept it.” “More fool you, I wouldn't do that, no matter how much they offer.” “Kabul etmeye karar verdim.” “Akılsızlığı bırak, ben olsam servet bağışlasalar kabul etmem.”
Deliye para dayanmaz (budala olan bütün parasını çabucak harcar).
kendi kendini aldatma.
to be a fool to oneself: kendi kendini aldatmak.
He's a fool to himself:
Kendi kendini aldatıyor (Enayiliğine doymasın).
boşuna gayret/zahmet/teşebbüs, sonuçsuz olacağı apaçık bir iş.
to go on a fool's errand: akıntıya
kürek çekmek; sonuçsuz bir işe girişmek.
(a) aptal gözükmek, kendine aptal süsü vermek, (b) maskaralık yapmak.
Teachers don't like the boys to play fool during lessons.
(a) Nisan balığı, 1 Nisanda yapılan şaka/muziplik, (b) 1 Nisanda şakaya aldanan kimse.
zır deli ilan edilmek
Fiil
akıllı/kurnaz olmak/davranmak,
k.d. faka/tongaya basmamak,
mec. (dolma) yutmamak.
He's nobody's fool: Onu aldatamazsın/faka bastıramazsın.
ahmak, budala, aptal, alık, akılsız (kimse), enayi, sersem.
stupid fool! aptal! sersem!
Don't be a fool! Aptallık etme! Enayiliği bırak!
Some fool of a doctor = Some fool doctor: Sersem doktor.
He was a fool not to accept: Kabul etmemekle aptallık etti.
He's more of a fool than I thought: Zannettiğimden daha aptalmış.
He was fool enough to accept: Kabul etmekle hata (aptallık) etti.
What fool has put that wet paint brush on my chair? Hangi sersem yaş boya fırçasını sandalyemin üzerine koydu?
İsim
küçük düşürülen kimse, aptal/budala yerine konulan kimse.
İsim
aşırı düşkün/tutkun, müptelâ,
mec. deli.
-ing fool: … delisi.
He is a dancing fool: Dans delisidir.
İsim
aldatmak, kandırmak,
argo faka/tongaya bastırmak,
mec. yutturmak, kafese koymak, gözünü
boyamak.
You can't fool him, he's much too clever. She fooled the old man out of all his money (= got it from him by a trick).
Fiil
maskaralık/delilik etmek, aptal davranmak.
Fiil
şaka yapmak, eğlenmek, oynatmak, alay etmek,
k.d. dalga geçmek.
Stop fooling! Şakayı bırak!
Dalga geçme!
I was only fooling: Sadece şaka yapıyordum.
Fiil
kaymaklı meyve ezmesi, haşlanmış meyve püresi üzerine kaymak konularak yapılan tatlı.
blueberry fool; gooseberry fool.
İsim
avare avare dolaşmak
Fiil
radyosuyla kendini eğlendirmek
Fiil
(a) boş gezmek, vakit öldürmek, aylaklık/âvârelik yapmak, aylak aylak/avare dolaşmak,
argo havyar
kesmek.
He never does any work, he just fools about all day long. (b) eğlenmek, oyalanmak, dalga geçmek, erkek/kadın peşinde koşmak, (c) kendine aptal süsü vermek, aptal görünmek.
Stop fooling about! Aptallığı bırak! (d)
fool around with: kurcalamak, … ile oynamak.
delice sarfetmek, israf etmek, har vurup harman savurmak.
(a) kurcalamak.
He was hurt while fooling with a loaded gun. (b) … ile oynamak/eğlenmek, ciddiye almamak, önem vermemek.
aptal külâhı: eskiden okullarda tembel öğrencilere ceza olarak giydirilen sivri külâh.
geçici ve yalancı mutluluk
küçük baldıran
(Aethusa).
bir yere boşuna gitmek
Fiil
aylak ve lüks hayat yaşamak
Fiil
boş emeller üzerine kurulmuş bir mutluluk içinde yaşamak
Fiil
gülünç düşmek, maskara/kepaze/rezil olmak.
He made a fool of himself in front of everybody = He made himself look a fool: Elâleme rezil/kepaze oldu.
birini maskaraya çevirmek
Fiil
(birini) enayi yerine koymak, budala mevkiine düşürmek, gülünç, düşürmek, rezil/maskara etmek, faka/tongaya
bastırmak, aldatmak, kafese koymak.
They published his letters to her and made a fool of him before the world. The stranger made a fool of trusting old lady and went off with a lot of her money.
(a) aptal gözükmek, kendine aptal süsü vermek, (b) maskaralık yapmak.
Teachers don't like the boys to play fool during lessons.
budala politikacının biri
Yaşlı budalanın eşi bulunmaz.
emekleri boşa gitmek, beyhude uğraşmak.
birisine kalburla su taşıtmak, pösteki saydırmak, aptal yerine koymak.
birini budala diye adlandırmak
Fiil