eczacı şişesi (şimdi baharat şişesi, şekerleme vb. kavanozlarına bu ad verilmektedir).
çan şeklinde kavanoz.
İsim
(eski Mısırda) mumyalanan ölünün iç organlarının konulduğu kap.
İsim
kavanoz/küp/çömlek dolusu.
Enough plums to make a dozen of jars of jelly.
kavanozlamak, (konserve vb. yaparak) kavanoza/küpe doldurmak.
gıcırda(t)mak, bozuk ve çatlak ses çıkart(tır)mak, âhenksiz/kulakları tırmalayıcı ses çıkart(tır)mak.
sars(ıl)mak, salla(n)mak, titre(t)mek, kötü etkilemek.
He was badly jarred by the blow. She was jarred by this bad news. The heavy footsteps jarred my desk so that I had trouble writing.
gıcırtı, çatlak/bozuk/kulakları tırmalayıcı ses.
sarsıntı, sarsılma, sallanma, titreme, ihtizaz.
We felt a jar when the engine was coupled to the train.
The fall from his horse gave him a nasty jar: Attan düşmek onu fena halde sarstı.
ânî/kötü etki/tesir, şok.
It was an unpleasant jar to my nerves. That's a bit of a jar !
k.d. Bu pek tepeden inme oldu!
uyuşmazlık, anlaşmazlık, ihtilâf, fikir/görüş ayrılığı.
birinin sinirlerini bozmak
Fiil
sinirlen(dir)mek, sinirlerine dokun(dur)mak.
The way he laughs jar on me/on my ears/on my nerves. Her manners jar on my nerves.
uy(uş)mamak, aykırı/zıt/muhalif olmak, ihtilâf halinde olmak, çatışmak, zıt gitmek.
His opinions jar with mine. Try to avoid colors that jar when choosing curtains and rugs.
konserve/reçel kavanozu, kapağı sımsıkı kapanıp hava geçirmeyen kavanoz.
ölçü kabı
İsim, Gıda ve Mutfak
yarı açık, hafif aralanmış/açık, hafifçe aralık (kapı vb.).
düşmesi onu epeyce sarstı