izin vermek, müsaade etmek.
Let me do that for you. She wanted to help but her mother wouldn't let her: O yardım etmek istedi ama annesi bırakmadı/izin vermedi.
Fiil
bırakmak, almak, açmak.
The maid let us into the house: Hizmetçi bizi içeriye aldı.
to let blood: kan almak.
to let a window/door into a wall: duvarda pencere/kapı açmak.
Fiil
kirala(n)mak, kiraya vermek, kira/icar getirmek.
flat to let: kiralık kat.
to let = to be let: kiralık.
Fiil
sözleşmeye/kontrata bağlamak, kontratla (işi birisine) vermek.
to let work to a carpenter.
Fiil
(bir iş yapmasına) sebep olmak. Bu anlamda
let fiili başka bir fiilin başına gelerek onu geçişli/ettirgen
yapar. Örneğin:
know: bilmek.
let know: bildirmek.
fall: düşmek.
let fall: düşürmek.
Fiil
başka fiillerin başına gelerek: (a) niyet, istek, dilek, rica, emir, ihtar, telkin, tavsiye vb. bildiren
emir kipi yapar:
Let me see: Bakayım, göreyim.
Let's go: Gidelim.
Let them try it: Bırak denesinler.
Let it rain: Yağmur yağsın. (b) faraziye, tasavvur vb. bildirir:
Let x equal the sum of two numbers: x, iki sayının toplamına eşit olsun (olduğunu farzedelim).
Let x equal 2y: x = 2y olduğunu farzedelim.
Let the two lines be parallel: İki çizginin paralel olduğunu farzedelim.
Fiil
(tenis vb. de) topun ağa değmesi.
engel, mania.
without let or hindrance: hiçbir engelle karşılaşmadan.
engellemek, engel/zorluk çıkarmak, karşı durmak.
şirketi kötü yönetimle harap etmek
Fiil
(Br) daireyi kiraya vermek
Fiil
daireyi kiraya vermek
Fiil
bir daireyi kiraya vermek
Fiil
möbleli daireyi kiraya vermek
Fiil
möbleli bir evi kiraya vermek
Fiil
bir mektubu dolaştırmak
Fiil
bir konuyu ilişmeden bırakmak
Fiil
(a) karışmamak, rahatsız/taciz etmemek.
Let me alone for that: Sen o işi bana bırak. (b) … şöyle
dursun, … bir tarafa.
He was too tired to walk, let alone run: Koşmak şöyle dursun, yürümeye mecali yoktu.
(a) karışmamak, dokunmamak, kendi haline bırakmak.
Let me alone (Leave me alone): Bana karışma,
beni kendi halime bırak.
Let him alone: Ona dokunma/bırak onu. (b) bir yana, şöyle dursun, nerde kaldı (ki).
Honesty, let alone honor, was not in him: Şeref şöyle dursun, onda dürüstlük namına bir şey yoktu.
bir fırsatı elden kaçırmak
Fiil
bir fırsatı kaçırmak
Fiil
yıllık kiraya verilmek
Fiil
Geçmişe sünger çekelim.
Fiil
Geçmişe mazi derler.
İsim
Geçmişte olanları unutalım.
(a) düş/hayal kırıklığına uğratmak.
Don't let us down today; we're counting on you to help: Sizin
yardımınıza güveniyoruz, bizi şimdi düş kırıklığına uğratmayın. (b) yüz çevirmek, ihanet etmek, yüzüstü bırakmak, (c) azaltmak, gevşetmek, yavaşlatmak.
As her interest in the work wore off, she began to let down. (d) (saç, etek vb.) uzatmak, sarkıtmak, çözmek, (aşağı) indirmek, (e)
let one's hair down
k.d. samimî davranmak, içli dışlı olmak, resmiyeti ortadan kaldırmak, (f) mahcup/rezil etmek.
(US) engellerin kalkmasına müsaade etmek
Fiil
vurmak, aşketmek, indirmek.
The boxer let drive a left to the jaw.
birşeyi bilerek ağzından kaçırmak
Fiil
birşeyi laf arasında söylemek
Fiil
birşeyi laf arasında söylemek
Fiil
birşeyi bilerek ağzından kaçırmak
Fiil
(a) (füze, silah vb.) atmak, fırlatmak.
to let fly a stone/an arrow: taş/ok atmak. (b) (heyecan
vb.) serbest bırakmak, birdenbire söylemek,
mec. basmak.
to let fly a curse: küfürü basmak.
1000 dolara kiraya vermek
Fiil
(a) serbest bırakmak, kendi haline terketmek, kapıp koyvermek, (b) kovmak, işine son vermek, (c) ilgiyi
kesmek, hissesinden/payından vazgeçmek.
Let go! Bırak!
(a) serbest bırakmak, salıvermek, (gitmesine) izin vermek, (elinden) kaçırmak, koyuvermek.
to let go a rope or an anchor: halatı/demiri salıvermek.
Let me go: İzin verin/bırakın gideyim. (b) terketmek, vazgeçmek, feragat etmek.
He let go all thought of winning a prize.
...'i serbest bırakmak
Fiil
malları ucuza bırakmak
Fiil
(a) (kapıyı açıp) içeri almak, (girmesine) müsaade etmek.
Can you let him in? Ona kapıyı açar
mısınız?
The maid let him in: Hizmetçi onu içeri aldı.
He let himself in with a key: Anahtarla kapıyı açıp içeri girdi.
Let the dog in: Köpeği içeri al.
Let in the possibility of doubt: şüpheye yol açmak. (b) (zarara vb.) sokmak/uğratmak.
to let someone in for loss: birisini zarara sokmak. (c)
let in on ile ayni anlama gelir. (bir sırrı vb.) paylaşmak, ortak olmak, iştirak etmek.
let someone in on a secret: bir sırrı birine açmak.
Can we let him in on it? Bunu (sırrı vb.) ona açabilir miyiz/söyleyebilir miyiz? (d)
let in for: yol açmak, sebep olmak, sebebiyet vermek.
See what you've let me in for now! Bak şimdi başıma ne işler açtın!
Let oneself in for trouble/for a lot of work: Başına dert açmak/bir sürü iş açmak.
I didn't know what I was letting myself in for: Başıma ne gibi dertler açılacağını bilemedim/karşılaşacağım zorlukları hesaplayamadım.
biri buyur demeden içeri girmek
Fiil
(araba) hızlı vitese geçirmek
Fiil
(a) -e ortak/sırdaş olmak, (b) (pencere vb.) aç(ıl)mak, (c) (birisini) ortak etme/karıştırmak/iştirak
ettirmek, (d) (bir şeyi başka bir şeye) daldırmak/sokmak/batırmak.
geçmesine müsaade etmek
Fiil
(a) (birini/bir şeyi) salıvermek, serbest/başıboş bırakmak.
Children let loose from school. (b)
be let loose on: kolayca zarar vb. verecek durumda olmak, engel tanımamak, serbestçe (etki vb.) yapabilmek.
(a) kurtulmak, serbest kalmak, (b) kurtarmak, serbest bırakmak, salıvermek, çözüp koyvermek, (c) gevşemek,
çözülmek, sökülmek.
The guardrail let loose.
hiddetlenip içini dökmek
Fiil
(a) patlatmak, (silah vb.) atmak, fırlatmak, (b) (görevden/sorumluluktan) affetmek, mazur görmek, azat
etmek, serbest bırakmak.
She let the boy off (doing) his music practice. (c) bağışlamak, hafif bir ceza ile salıvermek.
He let me off this time: Bu defalık suçumu bağışladı.
He was let off with a fine: Para cezası ile serbest bırakıldı. (d) (taşıttan birini) indirmek, inmesine müsaade etmek, (e)
let someone off the hook: (birisini) güç durumdan kurtamak, sorumlu tutmamak, mazur görmek, mes'uliyetten kurtarmak, (f)
let off steam: (lokomotif) buhar salıvermek, (bir kimse) kabına/ele avuca sığmamak, çok faal olmak.
havai fişekler gösterisi düzenlemek
Fiil
möbleli daire kiraya vermek
Fiil
önemli bir şahsiyetmiş gibi davranmak
Fiil
(a) (sırrını) açıklamak, ifşa etmek.
Don't let on that I told you: Sana söylediklerimi kimseye
söyleme.
Don't let on about the meeting: Toplantı hakkında kimseye bir şey söyleme. (b) taslamak, gösteriş yapmak, … süsü vermek, … gibi davranmak, (hal vb.) takınmak, olduğundan başka türlü görünmek.
He passed me in the street but he didn't let on: Caddede yanımdan geçti, fakat görmemezlikten geldi.
They knew the answer but they didn't let on: Cevabını bildikleri halde bilmez gibi davrandılar.
(a) (sır vb.) açıklamak, ifşa etmek, ağzından kaçırmak.
He accidentally let out that he hadn't been for 3 weeks: 3 haftadır eve uğramadığını ağzından kaçırdı. (b) gevşetmek, (c) (elbise vb.) genişletmek, bollaştırmak, (d) dışarıya bırakmak/koyvermek/salıvermek/göndermek.
let the water out of the bath: banyo küvetinin suyunu boşaltmak.
He let him out quietly: Sessizce onu dışarı gönderdi. (e) kiraya vermek, kiralamak.
Has the room been let out yet? Oda kiralandı mı? (f)
k.d. kov(ul)mak, sepetle(n)mek, (g) (feryat/çığlık) koparmak/basmak.
He let out a cry of pain: Duyduğu acı ile feryadı bastı.
let out a laugh: kahkahayı basmak. (h)
let the cat out (of the bag)
k.d. sırrı açığa vurmak, baklayı ağzından çıkarmak. (i)
let out at someone: (birisine) vurmak, çifte atmak.
let out at someone with one's foot: birisini tekmelemek. (j) hariç bırakmak, hesaba katmamak.
If it's a bachelor you need that lets me out: Aradığın bir bekâr ise beni hesaba katma.
kefaletle tahliye etmek
Fiil
geçmesine izin vermek
Fiil
geçme sine izin vermek
Fiil
dokunmamak, kendi haline bırakmak/terketmek.
Let the matter ride until the next meeting.
ihmal etmek, umursamamak, aldırmamak, kendi haline/yüzüstü bırakmak.
ağzından kaçırmak.
to let the truth slip: hakikati ağzından kaçırmak.
birini rahatsız etmemek
Fiil
birinin yakasından düşmek
Fiil
birinin yakasını bırakmak
Fiil
birinin peşini bırakmak
Fiil
birini rahatsız etmemek
Fiil
birini kendi haline bırakmak
Fiil
birinin yakasından düşmek
Fiil
birinin peşini bırakmak
Fiil
birinin yakasını bırakmak
Fiil
birinin birşey yapmasına imkân tanımak
Fiil
birinin birşey yapmasına izin vermek
Fiil
birinin nüfuzunu azaltmak
Fiil
birinin güvenini boşa çıkarmak
Fiil
birinin beklentilerini boşa çıkarmak
Fiil
birini hayal kırıklığına uğratmak
Fiil
birini yarı yolda bırakmak
Fiil
birinin başarısız olmasına neden olmak
Fiil
birinin gitmesine izin vermek
Fiil
birini işten çıkarmak
Fiil
birinin birşeyi almasına izin vermek
Fiil
birşeyi birine anlatmak
Fiil
birşeyi biriyle paylaşmak
Fiil
birini cezasız bırakmak
Fiil
birini serbest bırakmak
Fiil
birini birşeyden muaf tutmak
Fiil
birşeyi oluruna bırakmak
Fiil
birşeye müdahale etmemek
Fiil
eteğini açmak
Fiil, Telefon ve Telgraf
boyunu uzatmak
Fiil, Tekstil Sanayii
paçasını açmak
Fiil, Tekstil Sanayii
birşeyin etkisini azaltmak
Fiil
birşeyi daha az etkili hale getirmek
Fiil
birşeyi aşağı indirmek
Fiil
bir şeyi kendi haline bırakmak
Fiil
birşeyin peşini bırakmak
Fiil
birşeyi kendi haline bırakmak
Fiil
birşey konusunda tasalanmayı bırakmak
Fiil
birşey hakkında kaygılanmayı bırakmak
Fiil
birşeyi görmezden gelmek
Fiil
birşeyi birşeye sokmak
Fiil
birşeyin birşeye girmesini sağlamak
Fiil
birşeyi birşeye gömmek
Fiil
bir şeyi oluruna bırakmak
Fiil
depoda mekân kiraya vermek
Fiil
kendisini destekleyenleri hayal kırıklığına uğratmak
Fiil
işleri oluruna bırakmak
Fiil
(a) gevşemek, yumuşamak, sertliğini kaybetmek.
There will be no let up in our endeavours: Gayretimizi
asla gevşetmeyeceğiz. (b) durmak, ara vermek.
She worked all night without letting up: Bütün gece durup dinlenmeden çalıştı.
What a talker she is, she never lets up: Çenesi durmadan işler/habire konuşur.
Once he is started he never lets up: Bir başladı mı, durmak bilmez.
to let up on a pursuit: takipten vazgeçmek.
: -lim/-lım/-'üm/-lum.
Let's go: gidelim.
: -lim/-lım/-'üm/-lum.
Let's go: gidelim.