1. yetişir, kâfi, yeter derecede/sayıda/miktarda, yeteri kadar, yetecek kadar, yeter/kâfi miktar(da).
    Buy
    enough food for the picnic. He has enough money to buy a car.
    more than enough: gereğinden çok.
    enough and to spare = enough and more than enough: kâfi ve vafi, yeter de artar bile, ziyadesiyle.
    be enough: yetmek, elvermek, kâfi gelmek.
    I have had enough to eat: Yetecek kadar erzakım vardı.
    Not enough is known about this subject: Bu konuda yeteri kadar bilgimiz yok.
    He didn't run fast enough: Yeteri kadar hızlı koşmadı.
    I have had enough excuses: Yeteri kadar mazeretlerine göz yumdum.
    enough said: Fazla söze ne hacet?
  2. oldukça.
    She cooks well enough: Oldukça iyi yemek pişirir.
    He writes well enough, but …
    : Oldukça iyi yazıyor, fakat …
    She is pretty enough: Oldukça güzeldir.
  3. tamamıyla, kâmilen.
    He is willing enough to take the tip.
  4. … kadar, derecede.
    I was fool enough to believe him. Are you man enough for this dangerous job?
  5. (ünlem olarak) yeter! yetişir! kâfi!
    enough is enough: Yeter artık! İllâllah! Bıktım! Gına geldi!
bütün bunlar yetmezmiş gibi, bunlar da yetmezmiş gibi, üstüne üstlük Zarf
bütün bunlar yetmezmiş gibi, bunlar da yetmezmiş gibi, üstüne üstlük Zarf
kendi başına başa çıkmak Fiil
işi başından aşkın olmak Fiil
çıkışmak Fiil
kifayet etmek Fiil
el vermek Fiil
kâfi gelmek Fiil
işin garibi
garip/şayanı hayrettir ki, işin garibi/tuhafı (şu ki).
He's lived in France for years, but strangely
enough he can't speak a word of French.
peki, kabul, uygun, münasip.
“You can stay here overnight.” “That's fair enough.”
kabul, mutabıkız, pekâlâ, anlaştık.
işin tuhafı
birine yeteri derecede özgürlük tanımak Fiil
kifayet edecek kadar
yeter de artar bile.
idare etmez
tuhaf
şans eseri olarak
işin tuhaf yanı şu ki
tuhaf
başa baş
denkleştirmek Fiil
gerçekten, hakikaten, umulduğu/beklendiği gibi, muhakkak.
besbelli, âşikâr, muhakkak, gerçekten, sahiden.
I said he would come and sure enough he did: O
mutlaka gelir dedim, işte geldi.
and sure enough he won the elections: gerçekten de seçimi kazandı.
oldukça iyi/ memnuniyet verici.
to let well enough alone: işi tadında bırakmak, fazla kurcalamamak.
yeter de artar bile
çok gülünç/güldürücü/komik, insanı gülmekten bayıltan.
yeter artık
gitmek Fiil
karşılamak Fiil
şimdilik yetmek Fiil
...'e doymuyor
ekmeğini çıkarmak Fiil
geçinecek kadar kazanmak Fiil
Peki o zaman.
Pekala.
Öyle olsun.
hevesinıalmak Fiil
yeteri kadar beklenirse Zarf
bir mevki için yeterli deneyim sahibi olmak Fiil
bıkmak Fiil
birinden bıkmak Fiil
usanmak Fiil
geçinecek kadar imkânları olmak Fiil
bezginlik gelmek Fiil
Senden/ondan bıktım artık; İllâllah, burama geldi.
Göreceğimi gördüm.
fazla üstelememek, fazla üzerine varmamak, fazla zorlamamak, olanla yetinmek.
(daha kötüye gitmemesi için) işi olduğu gibi bırakmak, daha fazla kurcalamamak.
(yolunda giden bir işe) dokunmamak, kendi haline bırakmak.
halinden memnun olmak, mevcut durumu değiştirmekten kaçınmak.
fazla üstelememek, fazla üzerine varmamak, fazla zorlamamak, olanla yetinmek.
yetersiz maaş
kıpırdayacak yer yok
vakti olmamak Fiil
(a) kımıldanacak yer yok (çok dar yer), (b) iğne atsan yere düşmez (çok kalabalık).
Çamur at, izi kalsın. Cümle, Deyim
birinin yanlışlarını düzeltmemek, hata yapmasına göz yummak, sonu felakete giden tutumunda serbest bırakmak.

Give him enough rope and he will hang himself: Bırak kendi haline, sonunda belasını bulacak. (kendi ipini kendi eliyle çekecek).
yeter de artar bile