1. teşvik etmek, (gelişmesini/büyümesini) ilerletmek.
    The mother tried to foster her son's interest in
    music by taking him to concerts when he was young.
  2. beslemek, büyütmek, bakmak.
    We fostered the young girl while her mother was in hospital.
  3. canlandırmak, uyandırmak, canlı/uyanık tutmak.
    Films and pictures about recent wars sometimes foster
    angry memories and feelings of hatred between nations.
  4. (sevgi, his) beslemek, (kin vb.) gütmek, geliştirmek.
    Ignorance fosters superstition.
  5. (çocuğu) evlâtlık vermek, yetimhaneye yerleştirmek.
  6. beslemek, gıda/yiyecek vermek.
  7. başkasının çocuğunu ebeveyn gibi büyüten veya başkasına evlâtlık olan.
  8. kimsesiz çocuklara bakan.
    foster home: yetimhane, öksüzler yurdu.
koruyucu ebeveyn İsim, Aile Hukuku
bir tekeli beslemek Fiil
tekeli beslemek Fiil
tekeli teşvik etmek Fiil
süt kardeşi.
evlâtlık.
manevi çocuk İsim
koruma altındaki çocuk İsim, Aile Hukuku
kız evlâtlık.
koruyucu aile İsim, Aile Hukuku
babalık, çocuğu evlâtlık edinen adam.
koruyucu baba İsim, Aile Hukuku
bir-iki çocuk için yetimler yurdu
yerli sanayileri teşvik etmek Fiil
koruma altındaki çocuk İsim, Aile Hukuku
ikinci vatan, sonradan edinilen yurt/vatan.
koruyucu anne İsim, Aile Hukuku
sütnine, dadı.
süt anne-baba, çocuğu evlâtlık edinen anne-baba.
çocuğu kendilerininki gibi büyüten ana baba
sütana baba
evlatlık edinen ana baba
üvey kızkardeş, süt kızkardeş.
evlâtlık.
ağır sanayilerin gelişmesini teşvik etmek Fiil
bir ticareti canlandırmak Fiil