1. göz kamaştırıcı ışık, parıltı.
    There was a red glare over the burning city.
    in the full glare
    of the sun: yakıcı/parlak güneş altında.
    in the glare of publicity: herkesin gözü önünde, apaçık, apâşikâr.
  2. (öfkeli/keskin/düşmanca) bakış.
    I started to offer help, but the fierce glare on his face stopped me.
  3. sahte ihtişam, aşırı gösteriş.
  4. parlak/düz yüzey (buz vb.).
  5. (göz kamaştıracak derecede) parlamak, çok parlak olmak.
    The sun glared out of the blue sky.
  6. (öfkeli/keskin/düşmanca/dik dik/ters ters) bakmak, (yiyecekmiş gibi/ateş püsküren gözlerle) bakmak.
    They
    didn't fight, but stood there glaring at one another.
  7. göze çarpmak/batmak, dikkati çekmek, gösteriş yapmak, caka satmak, meydan okumak.
  8. (ışığı) yansıtmak, yansıtarak parlamak.
  9. parlak, düz, şeffaf.
    glare ice: düz ve parlak buz.