1. (a) (zaman) sürekli/devamlı olarak, üstüste, biteviye, sonsuz.
    ten days straight/right on end:
    üstüste on gün.
    He sat there for hours on end. (b) ardarda, birbiri ardınca, pek çok.
    It snowed for days on end. (c) dik (durumda) dikine.
    We had to stand the table on end to get through the door.
korkutmak, dehşete salmak, tüylerini diken diken yapmak.
It was enough to make your hair stand on
end.
His hair stood on end at the sight: Görür görmez düyleri diken diken oldu.
günlerce Zarf
saatlerce Zarf
aylarca Zarf
haftalarca Zarf
tüyleri diken diken oldu
tüylerini ürpertmek Fiil
dikmek, dikine koymak.
kalkık
geçmek bilmeyen iki saat
(a) (hediye, vb.) almak, alıcısı olmak, (iyiliğe vb.) uğramak/nail olmak; (b) hedef/kurban olmak, (bir
fenalığa) uğramak/maruz kalmak.
He has been on the receiving end of his father's temper: Babasının öfkesine hedef oldu.
(gemi) başbaşa çarpışmak Fiil
tatlıya bağlamak Fiil
(a) uç uca, kafa kafaya, baş başa, karşı karşıya, burun buruna.
meet end on: burun buruna çarpışmak.

The two train hit each other end on. (b) kirişleme.
stand/set end on: kirişlemesine koymak.
asılmak Fiil