-
Fiil demek, söylemek.
What did you say? Ne dedin?
Don't believe anything he says: Söylediklerineinanma.
to say about/of: bir şeye dair söylemek.
to say again: tekrarlamak, tekrar söylemek.
to say against: aleyhinde söylemek.
to say goodbye to: ilgisini kesmek.
to say nay: reddetmek.
to say over and over again: tekrar tekrar söylemek.
to say right: doğru söylemek. - Fiil sözle ifade etmek/anlatmak, konuşmak, beyan etmek.
-
Fiil ezbere söylemek/okumak.
to say one's prayers: dua okumak. - Fiil iddia etmek.
-
tahminen, takriben, aşağı yukarı.
Come in, say, an hour: Bir saate kadar gel (Tahminen bir saat sonra gel). -
örneğin, meselâ.
Give me a few, say, ten: Birkaç tane, meselâ on tane ver. -
diyelim ki, faraza, farzedelim ki.
Well, say it were true, what then? Peki, ya doğru ise? (Peki, diyelimki doğru, o zaman ne olacak?). - İsim söz, lâf, diyecek/söylenecek şey.
-
İsim söz hakkı, oy, mütalea.
I have no say in the matter: Bu konuda bir mütaleam yoktur. - İsim söz/konuşma sırası.
-
Ünlem hey! bak hele! dur hele! (hayret, akla gelen ânî bir fikir vb. ifade eder).
Say, haven't I seen youbefore somewhere? Dur hele, seni galiba daha evvel bir yerde gördüm.
tespih çekmek, dua etmek.
There was a few old man counting their beads in the hushed silence of the
There was a few old man counting their beads in the hushed silence of the
mosque: Caminin derin sessizliği içinde birkaç ihtiyar tespih çekip dua ediyordu.
fikrini/mütaleasını söylemek, fikrini savunmak.
to have one's say in choosing the candidate: aday
to have one's say in choosing the candidate: aday
seçiminde mütaleasını söylemek.
What do you have to say for yourself? Söylyeceğinizi söyleyin. Kendinizi savunun.
What do you have to say for yourself? Söylyeceğinizi söyleyin. Kendinizi savunun.
denildiği gibi, tabir caizse.
Kullanılışı:
WHO, şahıslar ve şahıs gibi telâkki edilen
Kullanılışı:
WHO, şahıslar ve şahıs gibi telâkki edilen
şeyler (memleket, gemi vb.) ve bazen da hayvanlar için kullanılır.
They have 3 dogs, who always give us a big welcome. Topluluk ismi fiilin
çoğul hali ile kullanılıyorsa
WHO,
tekil fiil ile kullanılıyorsa
WHICH kullanılır:
A family who quarrel among themselves. A family which has always lived here.
They have 3 dogs, who always give us a big welcome. Topluluk ismi fiilin
çoğul hali ile kullanılıyorsa
WHO,
tekil fiil ile kullanılıyorsa
WHICH kullanılır:
A family who quarrel among themselves. A family which has always lived here.
yetkili olmak, son sözü söylemek, karar vermek.
She had no say in the choice of a husband; her parents had all the say.
She had no say in the choice of a husband; her parents had all the say.
Sahi mi? öyle mi? ya! Deme Allahaşkına, deme yahu!
"My son is ill today." "I say! I'm sorry to hear
"My son is ill today." "I say! I'm sorry to hear
that": "Oğlum bugün hasta." "Öyle mi? Buna üzüldüm. Geçmiş olsun!" (b) bak(ın), dinle(yin) (dikkati çekmek için söze başlarken kullanılır).
I say, I've just had a wonderful idea: Bakın, aklıma fevkalâde bir fikir geldi.
I say, I've just had a wonderful idea: Bakın, aklıma fevkalâde bir fikir geldi.
elbette, tabiatile, söylemeye lüzum yok, âşikâr olarak, apaçık, tahmin edilebileceği gibi.
This new
This new
plan, needless to say, will improve our economy.
hattâ, belki de, … değilse bile.
He sounded impolite, not to say rude: Nezaketsiz, hattâ kaba
He sounded impolite, not to say rude: Nezaketsiz, hattâ kaba
konuştu. (Kaba değilse bile nezaketsiz konuştu.)
It would be foolish, not to say mad, to sell your house: Evini satmak düşüncesizce, hattâ akılsızca bir iş olur (akılsızlık değilse bile düşüncesizlik olur).
eş ses.- knot, naught, nought.
It would be foolish, not to say mad, to sell your house: Evini satmak düşüncesizce, hattâ akılsızca bir iş olur (akılsızlık değilse bile düşüncesizlik olur).
eş ses.- knot, naught, nought.
hattâ, belki de, hem de.
He was impolite, not to say rude: Nezaketsiz, hattâ kaba davrandı.
He was impolite, not to say rude: Nezaketsiz, hattâ kaba davrandı.
yani, demek ki.
The Romans left Britain in 410 AD- that is to say, England was a Roman dependency for nearly 500 years.
The Romans left Britain in 410 AD- that is to say, England was a Roman dependency for nearly 500 years.
? olur mu? anlaştık mı? ne buyurulur? tamam mı? mutabık mıyız?
What do you say to going into business
What do you say to going into business
together? Let's go into business together. What do you say?
mazeret beyan etmek, savunmak.
You're late again! What have you got to say for yourself? Yine
You're late again! What have you got to say for yourself? Yine
geç kaldın! Ne mazeret beyan edeceksin bakalım?
A bad idea with very little to be said for it: Pek savunulur tarafı olmayan fena bir fikir.
A bad idea with very little to be said for it: Pek savunulur tarafı olmayan fena bir fikir.
anlaşıldı, gerisi malûm, fazla söze gerek yok.
"I saw him leaving her flat at 6.30 in the morning." "Say no more!"
"I saw him leaving her flat at 6.30 in the morning." "Say no more!"
Say kanunu (Fransız iktisatçısı JB Say'ın ileri sürmüş olduğu , arzın kendi talebini yarattığı kanunu
düşünmek, kendi kendine söylenmek.
I woke up early and said to myself: "Shall I get up?"
I woke up early and said to myself: "Shall I get up?"
göz açıp kapayıncaya kadar, çabucak.
She ran off before you can/could say “knife”.
She ran off before you can/could say “knife”.
… bir yana, … şöyle dursun, üstelik, … de caba.
3 people were badly hurt, to say nothing of damage
3 people were badly hurt, to say nothing of damage
to the building: Binanın tahrip olması bir yana, 3 kişi de ağır yaralandı.
… şöyle dursun, … bir tarafa, … de üste/caba.
He knows no English, to say nothing of French: Fransızca
He knows no English, to say nothing of French: Fransızca
şöyle dursun, İngilizce bile bilmiyor.
… şöyle dursun, … bir yana.
People badly hurt, to say nothing of damage to the building: Binadaki
People badly hurt, to say nothing of damage to the building: Binadaki
tahribat bir yana, içindekiler feci şekilde yaralandılar.
- work
- effort
Türkçe Sözlük (Kubbealti Lugati)
- bk. –sâ
- Çalışma, çalışıp ... sarfetme, ceht