geniş.
a broad river: geniş bir nehir.
broad shoulders: geniş omuzlar.
enli, … eninde, genişliğinde.
The street is 20 m broad: Yol 20 m. genişliktedir.
hudutsuz, vasi.
the broad expanse of ocean.
yaygın, dağınık, parlak.
broad daylight: güpegündüz, parlak gün ışığı.
He awoke to broad daylight.
çok ayrıntılı, mufassal, etraflı, geniş, sınırsız.
A modern doctor must have a broad knowledge of medicine: Çağdaş bir doktorun geniş tıbbî bilgisi olmalıdır.
hoşgörülü, tolerans sahibi, müsamahakâr, serbest düşünceli, liberal.
broad opinions: serbest fikirler.
broad-minded: hoşgörülü, açık fikirli.
broad-mindedness: hoşgörü, açık fikirlilik, müsamaha.
genel, umumî, bellibaşlı, ana.
the broad outlines of a subject: bir konunun genel anahatları.
açık, sade.
the broad facts: açık gerçekler.
pervasız, dobra dobra.
to be broad in one's conversation: pervasız konuşmak.
nezaketsiz, kibarlıktan/zarafetten uzak, kaba.
He smirked at the broad joke.
kaba, açık saçık, müstehcen (konuşma).
a broad story: açık saçık hikâye.
sınırsız, serbest, kısıtsız, sonsuz, alabildiğine.
It was a hilarious evening of broad mirth:
Alabildiğine kahkaha dolu neşeli bir gece idi.
kaba, yontulmamış, koyu (telâffuz, şive).
He spoke broad Scots: Koyu bir İskoç şivesiyle konuşuyordu.
broad accent: kaba şive.
tek-simgeli: her sesbirim için tek bir ayrı simge kullanan.
Phonetics
broads: sinema ve TV stüdyolarını aydınlatan büyük lamba.
(a) kadın, (b) fahişe, orospu.
tamamen, tamamıyla, büsbütün.
I was broad awake: Tamamen uyanıktım.
uzun a:
half, can't, laugh vb.'deki gibi.
İngilterede hükümet mallarına ve hapishane elbiselerine konulan işaret.
İngiliz hükümet mallarına konulan geniş ok ucu şeklindeki marka.
Noun
bakla
Noun, Plant Species
İngiliz kilisesinde serbest fikirliler zümresi.
Broad Churchman: bu zümreye mensup kimse.
geniş tabanlı koalisyon
Noun, Politics-Intl. Relations
rizikoları geniş bir alana yayma
dahra, satır, nacak.
hand ax ile ayni anlama gelir.
Noun
bir kanunun lafzından çok ruhuna ve amacına uygun yorum
uzun atlama.
standing/running broad jump = long jump: durarak/ koşarak uzun atlama.
Noun
istiap kabiliyeti yüksek piyasa
yandan, yanlamasına, geminin gidiş yönüne dik.
geminin gidiş yönü ile 45° yapan.
geminin gidiş yönü ile 135° yapan.
resmî mühür, devletin resmî mühürü.
Noun
geniş omuzlar, sorumluluğu yüklenebilme.
His shoulders are broad: O dayanıklıdır, çok sorumluluk yüklenebilir.
geniş/dar/normal hatlı demiryolu.
navlun dışarıda ödenecektir
ağırlık ve sorumluluk taşıyabilecek gücü olmak
Verb
genellikle tutulmamak
Verb