kör, âmâ.
a blind man/woman. blind in one eye: bir gözü kör.
the blind: körler.
Can the blind lead the blind? Kelin köseye ne yardımı olur?
It is a case of the blind leading blind: Körün rehberi kör olursa sonuç böyle olur.
to be blind to the consequences: sonucunu düşünmemek.
turn a blind eye on/to something: görmemezlikten gelmek, göz yummak.
He is as blind as a bat/a mole: Gözleri hiç görmez.
blind with anger/with passion: öfkeden/ihtirastan gözü dönmüş/hiçbir şey görmez olmuş.
to be blind to one's own interests: kendi çıkarını görememek.
color-blind: renk körü.
Adjective
görmek/anlamak istemeyen, görmemezlikten gelen.
He is blind to all arguments: Bütün delilleri görmemezlikten geliyor.
Adjective
(akla/mantığa sığmayan anlamında) kör.
blind tenacity: kör inat.
blind chance: kör talih.
Adjective
körü körüne, düşünmeden.
She had blind faith in his fidelity: Onun sadakatine körü körüne inanıyordu.
Adjective
uyuşuk, dünyadan habersiz.
a blind stupor.
Adjective
gizli, saklı, görünmez, görülmesi/anlaşılması zor.
blind hemming: gizli etek baskısı.
blind ditch: gizli hendek.
Adjective
kimliği belirsiz/gizli/saklı, kime ait olduğu bilinmeyen.
a blind ad signed only with a box number.
Adjective
deliksiz, geçitsiz (kemer vb.).
blind door/window/arcade.
Adjective, Architecture
çıkmaz, geçit vermez.
blind path: çıkmaz yol.
blind alley: çıkmaz sokak.
Adjective
aletli, gözle görülmeden/aletle yapılan.
blind fliying: kör uçuş.
to fly blind: aletle (kör) uçüş yapmak.
Adjective
düşünüp taşınmadan, gözü kapalı, körü körüne.
a blind purchase. to go at a thing blind:
bir şey üzerine gözü kapalı gitmek.
Adjective
körlere/âmâlara mahsus.
Adjective
(mücellitlikte) oyma baskı: kitabın cildine mürekkep kullanmadan oyma kalıpla basılan resim, yazı vb..
Adjective
kremasız pasta: pişirildikten sonra kreması konulmamış pasta.
Adjective
kör perçin (çivisi).
Adjective
körleştirmek, (geçici veya sürekli olarak) kör etmek, gözlerini bağlamak/kamaştırmak, göremez hale getirmek.
The explosion blinded him.
I was blinded by the bright light: Parlak ışık gözlerimi kamaştırdı.
Transitive Verb
karartmak.
The room was blinded by heavy curtains.
Transitive Verb
köreltmek, akıl ve muhakemesini işlemez hale getirmek.
a resentment that blinds his good sense:
sağduyusunu körelten bir kin.
Transitive Verb
gölgede bırakmak, küsufa uğratmak.
a radiance that doth blind the sun: güneşten daha parlak bir ışınlama.
Transitive Verb
saklamak, gizlemek.
Transitive Verb
perde, abajur, ıstor, gölgelik vb. gibi ışığı geçirmeyen/görüşe engel olan şey.
Venetian blind:
jaluzi.
roller blind: istor.
Noun
avcı siperi: avcıların gizlendikleri dal, çalı vb..
Noun
şaşırtmaca, örtmece, gösteriş: gizli bir maksat veya yasa dışı faaliyeti örtmeye yarayan eylem/kurum
vb.
The store was just a blind for their gambling operation.
Noun
(pokerde) elini bilmeden sürülen pey.
Noun
delice, şuursuzca, sonunu düşünmeden.
He drank himself blind: Şuursuzca içip sarhoş oldu.
Adverb
ilerisini/önünü görmeksizin, körü körüne, kör gibi.
He was driving blind through the snowstorm:
Tipide ilerisini görmeden arabayı sürüyordu.
Adverb
rehbersiz, bir yol gösteren olmadan.
They were working blind and couldn't anticipate the effect of their action: Çalışmalarında onlara bir yol gösteren yoktu ve faaliyetlerinin sonucunu tahmin edemiyorlardı.
Adverb
gözü kapalı, bakmaksızın.
It's so easy I could do it blind: Bu öyle kolay ki, gözüm kapalı yapabilirim.
Adverb
ilan veren şirketin adının geçmediği
çıkmaz, içinden çıkılamayacak müşkül durum.
That line of reasoning will only lead you up another blind alley.
Noun
rutubet tecrit sahası
Noun
gözleri çok zayıf, hemen hemen kör.
She's blind as a bat.
kendinin önceden haberi olmadan gönderilen mektup kopyası
Noun
tanışıksız buluşma/randevu: birbirini tanımayan bir kadınla erkek arasında ekseriya üçüncü bir şahsın düzenlediği buluşma.
Noun
tanışıksız buluşanlardan herbiri.
Noun
makamlara körü körüne itaat
bunun dışında yeterli bir kayıt için gerekli bilgileri içermeyen ya da belgelerle desteklenmeyen kayıt
yalnız borç ve alacaklı tutarını gösteren
reklamı yapılan ürünün ne olduğunu belli etmeyen ilan veya reklam başlığı
yollanan kişinin bulunmadığı mektup
yollanan kişinin bulunamadığı mektup
körü körüne bağlanma
Noun
üstü kapalı teklif (genellikle okuyucunun reklama gösterdiği dikkati ölçmek amacıyla , bir reklama göze
batmayacak biçimde yerleştirilmiş bir teklif
yatırım yapanın hangi emlakların alınacağını bilmediği bir kooperatife yatırılan paraların söz konusu olduğu yatırım programı
ortak bir girişimdeki yöneticilerin sınırsız yetkisi
marka bildirmeden yaptırılan ürün değerlendirmesi
kör taraf: bir kimsenin baktığı yönün aksi.
Noun
gözlerine mil çekmek
Verb
kör nokta: retinada görme sinirlerinin gözden ayrıldığı ışığa duyarsız nokta.
Noun, Anatomy
cehalet, bilgisizlik: bir kimsenin habersiz, bilgisiz veya peşin hükümlü olduğu konu/alan.
She has a blind spot where new scientific developments are concerned.
Noun
radyo işaretlerinin pek zayıf olduğu bölge.
Noun
dead spot ile ayni anlama gelir. salon, stadyum vb.'de görüş ve duyuşun pek fena olduğu yer.
Noun
kör nokta
Noun, Automotive
(at, sığır, vb. de) delibaş, damla hastalığı: körlük ve yürüme dengesizliği yapan bir hastalık. 6.
staggerer:
sendeleyen kimse, şaşırtan afallatan şey/kimse.
çıkmaz vadi
Noun, Geography
kör pencere: pencere hissi veren duvar süsü.
Noun
kör uçuş yapmak, yalnız aletleri kullanarak ilerisini görmeden uçmak.
bir görme özürlüsüne rehberlik etmek
Verb
görme özürlüler için yazılmış yapıtlar
...'i görmemezlikten gelmek
Verb
...'i görmezden gelmek
Verb
...'i görmezlikten gelmek
Verb
güneş ışığından kör olmak
Verb
...'i görmezden gelmek
Verb
...'i görmezlikten gelmek
Verb