afford

  1. Transitive Verb gücü yetmek, muktedir olmak, tahammülü olmak, çekebilmek, dayanabilmek.
    She can't afford to miss any
    more days at work: Bir gün bile işe gitmemezlik yapamaz.
    I cannot afford to be idle: Boş durmaya tahammülüm yoktur.
    I can afford to wait: Bekleyebilirim.
  2. Transitive Verb (malî bakımdan/paraca) gücü yetmek, ödeyebilecek durumda olmak.
    He still can't afford a car: Hâlâ
    bir otomobil alabilecek durumda değil (alacak parası yok).
  3. Transitive Verb vermek, tahsis etmek, ayırmak.
    Can you afford the time? Vaktiniz var mı? (Vakit ayırabilir misiniz?)

    This will afford me an opportunity to see you: Bu bana sizi görmek fırsatını verecek.
  4. Transitive Verb sağlamak, temin etmek.
    The transaction afforded him a good profit: Alışveriş ona iyi bir kâr sağladı.
  5. Transitive Verb üretmek, hâsıl etmek.
    The earth affords grain: Toprak hububat üretir.
  6. Transitive Verb vesile olmak, bahşetmek, vermek.
    This affords me great pleasure: Bu bana büyük zevk verir.
fırsat yaratmak Verb
yardımda bulunabilmek Verb
lüks hayat yaşamak Verb
(patent) koruma sağlamak Verb
teminat sağlamak Verb
güvenlik vermek Verb
birine bir imkân sağlamak Verb
birine bir fırsat vermek Verb
birine bir olanak tanımak Verb
birine bir olanak sağlamak Verb
birine bir fırsat tanımak Verb
birine bir imkân tanımak Verb
bir kimseye her türlü olanağı sağlamak Verb
birine fırsat vermek Verb
bir şeyi satın alacak güce sahip olmak Verb
bekleyebilirim
bunu bütçem kaldırmaz
tehlikeyi göze alamayız