charm

  1. alım, çekicilik, cazibe, letafet, hoşa gitme kudreti.
    This town has a charm you couldn't find in a big city.
  2. başkalarını çeken/etkileyen/büyüleyen nitelik, alımlılık.
    When she used her charm on Bill, she could
    make him do anything she wanted.
  3. uğur, tılsım: zincir veya gerdanlık ucuna takılan süslü sallantı.
    She wore a strange charm on a chain around her neck.
  4. muska.
  5. büyü, efsun.
  6. tılsımlı dua veya ilâhi.
  7. sihirli olduğuna inanılan söz/mısra.
  8. charmed quark ile ayni anlama gelir. tılsımlı zerre: fizikçilerin dördüncü temel zerre olarak
    dasavvur ettikleri kuramsal eleman.
  9. meftun etmek, son derece hoşa gitmek, hayran bırakmak, haz vermek.
    She charms every man she meets.

    I am charmed: Memnun oldum.
  10. büyülemek, teshir etmek, büyü/afsun yapmak.
  11. cezbetmek, çekmek.
  12. sihirli/tılsımlı bir güçle korumak.
    charmed life: tehlikeden uzak bir hayat.
    It seemed as if
    he had a charmed life, and his enemies could never harm him.
  13. zarafet/sokulganlık ve canayakınlığı ile başkalarını etkilemek.
tadı kaçmak Verb
muska Noun
uğur Noun
tadı tuzu kalmamak Verb
sevda büyüsü, sevgi uyandıran sihir. Noun
doğuştan güler yüzlülük
köstek
tam başarıya ulaşmak.
Her plan to persuade him to buy her a new dress woked like a charm.
(istenmeyen bir şeyi) büyü/tılsım ile defetmek/uzaklaştırmak.