for it

  1. sorumlu, başı dertte.
    to be for it: sorumlu olmak, başı derde girmek.
    You'll be for it if your
    father finds out you've not been to school for 3 days.
fedakârlık yapmak Verb
birisinin söylediklerine inanmak.
take my word for it! sözüme inan!
hakketmek, lâyık olmak, müstahak olmak,
argo çanak tutmak.
He asked for a beating: Dayağı
hakketti.
He has been asking for it: Bunu hakketti/lâyığını buldu.
to ask for trouble: belasını aramak.
kaşınmak Verb
hak etmek Verb
cezasını çekmeye hazır ol
hapı yutmak Verb
saldır

for it
Brit.: (püsküllü) bela, baş belası.
We're in for it: Şimdi hapı yuttuk = Çattık belaya!
onu köşe bucak aramak Verb
gözcülerin dikkatleri başka yerdeyken birden fırlayıp kaçmak Verb
yersiz/ uygunsuz söz, yetersiz ifade.
başka çare yok.
With the bridge destroyed, there was nothing for it; we had to swim: Köprü yıkıldığından
yüzmekten başka çaremiz kalmamıştı.
çattık belaya
sıvışmak Verb
kaçmak Verb
Bana inanınız. Sizi temin ederim.
birinin dediğine inanmak Verb
onu tasvir etmeye yetmeyecek söz
üstüne bir bardak su içmek Verb
fatiha okumak Verb
araba alıp bedelini aylık taksitlerle ödemek Verb
araba alıp bedelini taksitlerle ödemek Verb
haydi bakalım
Haydi bakalım!
You're for it! İşin iş! Keyfin kekâ!
biraz daha aşağı olmaz mı
son haddine kadar.
eğlenmek/gönül eğlendirmek/hoş vakit geçirmek için, zevk için.
He's learning French for fun.
sırf zevk için, lâf/iş olsun diye.
Then we decided to go swimming at midnight just for the hell of it.
ne olursa olsun
ne (pahasına) olursa olsun.
kin/garez beslemek, kinci olmak.
She has it in for me because I didn't invite her.
(birisine) kin beslemek/diş bilemek.
elbet elbette yapacak
yüzden aşağı bırakmam
… olmasa idi.
If it hadn't been for the snow, we could have climbed tha mountain: Kar olmasaydı dağa tırmanabilirdik.
onun için kötüye delalet
İstiyorsan senin olsun/Dilediğin zaman senindir.
benden kuşkulanılması acı geldi
Telefon sana.
Kendi iyiliğin için. Sentence, Idioms
Senin iyiliğin için. Sentence, Idioms
kolay kazanılan para,
argo anafor.
Yemek zamanıdır.
a train for Paris: Paris treni (Parise giden tren).
What for? Ne için?

What did you that for? Bunu niçin yaptın?
What's this knife for? Bu bıçağın işi ne?
What's the German for bread? Ekmeğin Almancası nedir?
tatsızlığa/anlaşmazlığa/nahoş olaya yol açmak, rahatını/huzurunu kaçırmak, başını belaya sokmak.
make
a place hot for someone: bir yeri bir kimse için cehenneme çevirmek/zindan etmek/durulamaz hale getirmek.
kötü davranarak veya güçlükler çıkararak birinin tahammülünü yitirip gitmesine neden olmak Verb
.: anasından emdiğini burnundan getirmek.
Her işte bir hayır vardır.
işe yarasın yaramasın fikrini söylemek Verb
sorgusuz sualsiz kabul etmek Verb
doğru olduğunu varsaymak Verb
İstiyorsan senin olsun/Dilediğin zaman senindir.