(yeraltı sularının donması nedeniyle) toprak kabarması.
                        
Noun                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        tıkaç kabarması
                        
Noun, Construction                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        kaldırmaya çalışmak. 
 They heaved (away) at the heavy box, but couldn't lift it.  heave at/on  a rope: palamarı zorla çekmek.
                        
                        
                     
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        kömürlükten kazanlara kömür taşımak
                        
Verb                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        (gemiyi) yan yatırmak, kalafat etmek.
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        yisa! heyamola! vira salpa!
                        
                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        (gemi) görülecek mesafeye girmek
                        
Verb                        
                    
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        çıkagelmek, zuhur etmek. 
 We were just about to leave when my old friend Ali hove into view.
                        
                        
                    
                 
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        (halatı vb.) kuvvetle çekmek, var kuvvetiyle asılmak.
                        
                        
                    
                 
                
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        (rüzgârı başa alıp) gemiyi durdurmak, orsa alabanda eğlendirmek. 
 When the ship received signal, she  hove to: Gemi işareti alır almaz durdu. 
 be hove to: orsa alabanda yatırılmak.
                        
                        
                     
                 
                
                    
                    
                    
                    
                    
                        (a) kusup çıkarmak. 
 After eating that bad food he heaved up violently. (b) 
 den. (demiri) vira etmek.