small

  1. Adjective küçük.
    When I was a small boy. a book for small children. a small enterprise. a small businessman. a small army.
  2. Adjective ufak, ufacık, mini mini.
    a small man. a small girl.
    make oneself small: kendini büzerek
    vücudunu küçültmek; göze görünmemek.
  3. Adjective ince, narin, dar.
    a small waist.
  4. Adjective az, cüz'î.
    a small salary. He is a small eater: Az yer, boğazlı değildir.
  5. Adjective önemsiz.
    a small problem.
  6. Adjective basit, mütevazi, iddiasız, gösterişsiz.
    in a small way: iddiasızce, mütevazi/gösterişsiz bir şekilde.
  7. Adjective ahlâksız, aşağılık, âdi, alçak, soysuz.
    a small miserly man.
  8. Adjective hafif.
  9. Adjective zayıf, kuvvetsiz.
  10. Adverb azar azar, ufak ufak, ince ince, küçük küçük.
    Slice the cake small: Pastayı ufak ufak (ince ince vb.) kes.
  11. Adverb yavaşça, hafifçe.
  12. Adverb alçak sesle.
    to sing small: alçak sesle/mırıldanarak şarkı söylemek.
  13. Adverb önemsizce.
  14. Adverb çok az, mahcup bir şekilde.
    to talk small .
  15. Adverb ufacık, minicik.
    He writes so small I can't read it.
  16. Noun küçük/ufak şey.
  17. Noun az miktar.
  18. Noun bir şeyin ince yeri.
    the small of the back: bel, boş böğür.
    a pain in the small of the back: bel ağrısı.
parası karşılığı az bir kâr sağlamak Verb
parası sadece ufak bir kâr getirmek Verb
parası sadece ufak bir kâr getirmek Verb
giysilerini ufak bir valize tıkmak Verb
ufak maaşını telafi etmek Verb
dar gelirliler Noun, Economics
küçük hibe Noun
küçük destek Noun
küçük ölçekli Adjective
küçük çaplı Adjective
öteberisini küçük bir çantaya tıkmak Verb
komşularını hor görmek Verb
bacak kadar
lokma
taka Maritime Traffic
küvet
küçülmek Verb
utanmak, mahcup olmak, küçük düşmek, yerin dibine geçmek.
küçük iş yapmak Verb
önemsiz/küçük/hakir/hor görülmek/gösterilmek/düşürülmek.
We made him look small (=exposed him as being
insignificant): Onu küçük düşürdük.
utanmak, mahcup olmak, küçük düşmek, yerin dibine geçmek.
küçültme
aşağıdan almak Verb
dayanamamak Verb
pes demek Verb
küçücük
avuç içi kadar
küçük ilân.
küçük ilan
ufak kredi
küçük ilan
tutam
küçük ev aletleri Noun
küçük silahlar, tabanca vb. gibi el silahları. Noun
tabanca gibi ufak silahlar Noun
el silahları Noun
koy
önemsiz (şey/kimse).
He thinks he's really wonderful, but he's rather small beer: Kendini dev
aynasında görüyor ama, aslında önemsiz bir kişidir.
think no small beer of oneself: alçak dağları ben yarattım sanmak.
hafif bira. Noun
önemsiz şey/iş/kimse. Noun
küçük başlangıç
çıngırak
(US) küçük kupürlü tahviller Noun
küçük kupürlü tahviller Noun
yetersiz para meblağı
kabarcık
minibüs
küçük işletme
(US) küçük işletme
ufak işletme
küçük kalori. Noun
küçük puntolu büyük harf. Noun
küçük puntolu büyük harf. Noun
(matbaacılıkta) küçük boydaki büyük harfler Noun
küçük büyük harf Information Technology
küçük otomobil
karafaki
bozuk para
küçükbaş hayvanlar
bozuk para. Noun
önemsiz/değersiz kimse. Noun
küçük giderler Noun
mandıra
küçük çocuklar
küçük çember/daire, kürenin merkezinden geçmeyen bir düzlemle arakesiti. great circle Noun
mıcır
ufak para
küçük kurul
küçük gelir
önemsiz işler Noun
küçük parti mal sevkıyatı
mal partisi
küçük parti mal sevkiyatı
küçük gemiler. Noun
bozuk para
mandıra
önemsiz hasar
hırdavatçı
bakkal
çerçi
küçük borç
(Br) önemsiz borçlar Noun
karafaki
küçük kupürler Noun
küçük mevduat
az yiyen
küçük işletme
küçük kurum
imalathane
küçük çiftçi
küçük çiftlik işleri Noun
hafif para cezası
küçük firma
küçük envanter kalemi
ufak servet
üzüm cinsinden taneli meyveler Noun
küçük balık. Noun
çocuklar. Noun
önemsiz kimseler/şeyler. Noun
ufak av hayvanları (tavşan keklik, vb.). Noun
normal el yazısı
inci gibi yazı
az hasat
az ürün
tepecik
küçük arazi sahibi/kiracısı. Noun
küçük çiftlik, ekilmek üzere kiraya verilmiş küçük (200 dönümden az) arazi. Noun
sabahın erken saatleri.
The party went into small hours: Eğlence sabaha kadar sürdü. Noun
ufak gelir
küçük gelir
küçük sanayi
intestine ile ayni anlama gelir. ince bağırsak.
ince bağırsak. Noun
küçük yatırımcı
küçük yatırımcılar Noun, Banking
perakende satış
küçük muhasebe kalemi
gölet
küçük arazi sahibi
minik hurufat
küçük harf
küçük kredi
kişisel nakit kredi
küçük partiler halinde
küçük çoğunluk
önemsiz dava
kuş kafalı
dar kafalı
ufak para
mescit
(Br) küçük koli
küçük roller Noun
küçük parti
tümsek
az kâr
küçük yer
seçime katılma oranının çok düşük olması
küçük nüfus
âdi ve önemsiz kimse/şey.
önemsiz kimse/şey. Noun
ince baskı: bir sözleşme/kontrat/sigorta poliçesinde sınırlamaları açıklayan ve asıl metinden daha ince basılmış olan maddeler. Noun
fine print Noun
az kâr
küçük mülk
küçük emlak sahibi
yetersiz maddi kaynaklar Noun
küçük perakendeci
az verim
kabin
kabine
küçük tasarruf sahibi
küçük
küçük çapta
televizyon. Noun
küçük hissedar
küçük dükkân sahibi
saçma
13 elden ibaret oyunun 12 sini kazanma. grand slam Noun
küçük kazanç marjı
dürbün
küçük matbaa harfi
küçük şeyler Noun
el aletleri Noun
(US) köy
kasaba
küçük kent
küçük şehir
küçük tüccar
küçük tüccar
kamyonet
küçük işletme
boşuna, boş yere, sebepsiz, tevekkeli, ereksiz, nedensiz.
it is small wonder that: hiç şaşılacak
şey değil, tevekkeli değil.
You've been eating far too much, small wonder you're putting on weight: Tıka basa yedin, tevekkeli değil böyle şişmanlıyorsun!
koruluk
koru
tümsek
ufakça