1. kıstırma(k), (iki yüzey veya nokta arasında) sıkıştırma(k), çimdikleme(k), ısırma(k).
    The dog nipped him on the leg.
  2. (çimdikleyerek/ısırarak/makasla keserek) koparmak, kırpmak, kesmek.
    to nip off the corner of the page with scissors.
  3. büyümesini/gelişmesini/yayılmasını) engellemek/önlemek.
    to nip a rumor.
  4. (soğuk) dondurmak, sızlatmak.
    A sharp wind nipped his ears.
  5. nip off/away/out/up/down: sıvışmak, gizlice kaçmak, tüymek. I'll nip out and buy a newspaper:
    Bir koşu gidip gazete alacağım. nip in (the cloth): elbiseyi büzdürmek/daraltmak. I had to nip this dress in at the waist to make it fit: Bu elbiseyi bedenime uydurmak için belinden daralttım.
  6. (içkiyi) yudumlamak, yudum yudum içmek.
  7. çalmak, aşırmak, hırsızlamak, araklamak.
  8. yakalamak, kapmak, almak.
  9. azar(lama), tevbih, keskin/kırıcı söz/tenkit.
  10. keskin soğuk, don.
    There is a nip in the air: Hava soğuyor.
  11. (peynirde) acılık, yitilik, keskin tat.
    cheese with a nip.
  12. küçük parça/lokma, zerre.
  13. nips (bkz: nipper ) (2).
  14. yudum.
    a little nip of whisky now and then.
  15. sıvışma, tüyme, çabucak gitme.
  16. İsim Japon. (Nipponese'in kısaltılmışı).
daradar, az kalsın, kıl payı, pek az fark, at başı beraber.
The race stayed nip and tuck until the last minute.
(gelişme) başlangıcında iken önle(n)mek/engelle(n)mek/durdurmak.
The business recession was nipped in the bud.
başlangıçta durdurmak/yok etmek, bastırmak, meydan vermemek, akamete uğratmak.
All his plans were
nipped in the bud by the sudden death of his benefactor.
öncü olmak Fiil