1. (a) iskelet, (b) vücut, beden.
    Let me rest my weary bones for a minutes: Bırak biraz yorgun bedenimi
    dinlendireyim. (c) (kumarda) zar, (d) kastanyet.
tam nedenini bilmeden kuvvetle hissetmek Fiil
içine doğmak Fiil
şiddetle hissetmek Fiil
içine doğmak, (sebebini bilmeden) emin olmak.
içine doğmak, âyân olmak, önceden sezmek, derinden hissetmek, (sebebini bilmeden) çok emin olmak.
I
feel in my bones that we will defeat the enemy.
çok sıkı çalışmak.
bir deri bir kemik
kemikli
operatör
cerrah
kadidi çıkmak Fiil
kemiksiz
bir sözleşmenin temel maddeleri İsim
nazlanmak Fiil
(a) açıkça/dobra dobra söylemek, sözünü sakınmamak, mırın kırın etmemek, (b) hiç tereddüt etmemek, …'den
(asla) çekinmemek.
Bill makes no bones about telling a lie to escape punishment.
bir işi duraksamadan yapmak Fiil
(a) bir işi tereddütsüz hemen yapmak, çekinmemek, tereddüt etmemek, (b) saklamamak, açıkça itiraf etmek.