have something on

vicdan azabı çekmek, vicdanen muazzep olmak.
It will be on my conscience: İçimi rahatsız edecek/vicdan azabı çekeceğim.
çok meşgul olmak Fiil
aklını bir şey kurcalamak Fiil
bir şey tedirgin etmek Fiil
bir şey dilinin ucunda olmak Fiil
aleyhinde delilleri/bildikleri olmak.
bir şeyi ödünç almış olmak Fiil
elinde birini suçlayıcı delil bulunmak.
aklı kıt olmak Fiil
birisine bir hususta bilgi vermek.
akıllı/becerikli/kabiliyetli/yetenekli olmak.
You can trust Jo, he's got a lot on the ball (= he's
got something on the ball.
ekletmek Fiil
hep (bir şey) düşünmek, (bir şeyi) aklından çıkaramamak, aklı hep bir şeyde olmak, aklını (bir şeye)
takmak.
Lately I seem to have food on the brain: Son zamanlarda aklım hep yemekte.
He's got that on the brain: Onu aklından çıkaramıyor/aklı hep onda.
He's got politics on the brain: Aklı hep politikada.