fast

English-Turkish Translation

  1. Adjective tez, çabuk, hızlı, süratli, seri.
    a fast train/car/race/pain reliever.
  2. Adjective (saat) ileri.
    My watch is 2 minutes fast.
  3. Adjective ahlâksız, sefih.
    a fast woman
    esk. hafifmeşrep kadın.
    He led a fast life, drinking and gambling.
  4. Adjective eğlence düşkünü.
    the fast set: sefihler, eğlence düşkünleri.
  5. Adjective dayanıklı.
    acid-fast: aside dayanıklı.
  6. Adjective sabit, iyice tespit edilmiş, yerinden oynamaz.
  7. Adjective sıkı, metin, dayanıklı.
    fast and loose pulley: avaralı kasnak.
  8. Adjective (düğüm vb.) sıkı bağlanmış.
    make fast: sıkı bağlamak.
    He made the rope fast to the metal ring.

    make the boat fast: gemiyi karaya/şamandıraya bağlamak.
  9. Adjective kilitli, sımsıkı kapanıp kilitlenmiş.
    a fast door.
    fast shut: sımsıkı kapalı.
  10. Adjective sadık, birbirine bağlı, yakın, sıkıfıkı.
    They are fast friends: Sıkıfıkı dostturlar.
  11. Adjective çıkmaz, solmaz, sabit (renk).
    a fast color. This cloth is dyed with fast color.
  12. Adjective (uyku) derin.
  13. Adjective, Photography (a) yoğun ışık gönderen (mercek), (b) poz süresi kısa (film).
  14. Adjective (at yarışı) (a) kupkuru (pist), (b) sert (pist yüzeyi), (c) düzgün.
    fast track: düzgün koşuyolu.
  15. Adverb sıkıca, sağlamca, sımsıkı.
    to hold fast: sımsıkı tutmak, yapışmak, dayanmak.
    to stick fast
    in the mud: çamura saplanmak.
  16. Adverb (uyku) derin.
    He was fast asleep: Derin uykuya dalmıştı.
  17. Adverb hızlı, hızla, çabucak, süratle, tezelden.
    They drive very fast.
    As fast as I mend one shirt
    he tears another: Ben bir gömleği tamir edinceye kadar o başkasını yırtıyor.
  18. Adverb birbiri ardınca, ara vermeksizin, sık sık, aralıksız, fasılasız.
  19. Adverb ahlâksızca, çılgınca, sefahat içinde.
    live fast: sefih/çılgın bir hayat sürmek.
  20. Adverb (saat) ileri.
  21. Adverb yakın.
    fast by: yakınında, yanıbaşında.
    a house fast by river.
  22. oruç (tutmak), perhiz (yapmak).
    Muslims fast during Ramadan.
    break one's fast: orucunu açmak/bozmak, perhiz bozmak.
  23. oruç/perhiz süresi, bir günlük oruç.
  24. Maritime Traffic gemi bağlama halatı/zinciri.
English-Turkish translations from the Atalay Dictionary, First Edition

English Turkish Phrases

break one's fast
oruç bozmak Verb
hold fast to one's purpose
sebat etmek Verb
(shoe) fast
kalıp
be five minutes fast
beş dakika ileri gitmek Verb
be five minutes fast
(saat) beş dakika ileri gitmek Verb
be selling fast
hızlı satmak Verb
break fast
oruç bozmak Verb
breast fast
koltuk halatı Maritime Traffic
death fast
ölüm orucu Noun, Rights-Freedoms
death fast
ölüm orucu Noun, Politics-Intl. Relations
fitings making something fast
tespit
go ahead fast
hızlı ilerlemek Verb
lay fast
hapse atmak Verb
lay fast
yakalamak Verb
make a ship fast
gemiyi karaya oturtmak Verb
make fast
sağlamlaştırmak, sıkıştırmak.
make something fast
tespit etmek Verb
make the ship fast
gemiyi palamarlamak Verb
make y fast
gemiyi palamarlamak Verb
my watch is fast
saatim ileri Noun
not fast
rengi atar
purchase a cemetery plot in fast
mezarlıkta uzun süre için bir mezar toprağı almak Verb
snack eaten when breaking the fast
iftarlık
stand fast
fikir değiştirmemek Verb
stand fast
geçit vermemek Verb
stand fast
vazgeçmemek Verb
stand fast
yol vermemek Verb
stand fast
caymamak Verb
stand fast
kıpırdamadan durmak Verb
stand fast
değişmemek Verb
stand fast
düşüncelerini değiştirmemek Verb
stand fast
düşüncelerinden ödün vermemek Verb
stand fast
çekilmemek Verb
to run fast
tabanları kaldırmak (argo) Verb
fast and loose
(a) riyakârca, ikiyüzlülükle, (b) sorumsuzca, düşüncesizce.
fast and loose
(a) riyakârca ikiyüzlülükle, (b) sorumsuzca, düşüncesizce.
fast bill of exception
normal süreler beklenmeden hemen incelenmesi gereken itiraz
fast bill of exception
acele itiraz
fast buck
(US) kolay kazanılan para
fast day
oruç/perhiz günü.
fast estate
gayri menkul
fast estate
gayri menkuller
fast film
hızlı film
fast food
çabuk yemek
fast food
hızlı yiyecek
fast food
hızlı yiyecek (ucuz tarifeli , hızlı servis yapan ve ancak birkaç tür yiyecek satan lokanta
fast freight
(US) acele sevk edilmesi gereken yük
fast freight
(US) ekspres yükü
fast freight train
ekspres marşandiz
fast friends
yakın arkadaşlar Noun
fast goods
(Br) ekspresle gönderilen mallar Noun
fast goods train
(Br) ekspres marşandiz (yük) treni
fast goods train
ekspres yük treni
fast goods train
ekspres marşandiz
fast goods- train
(Br) ekspres yük treni
fast habit
kurtulunmaz alışkanlık
fast in the mud
çamura saplanmış kalmış
fast interceptor craft
ani müdahale botu Noun, Maritime Traffic
fast lane
hızlı taşıt youlu: hızlanıp öndeki taşıtı geçmek için ayrılan yol şeridi. Noun
fast lane
hızlı yaşam: hareketli, başarılı, çok masraflı yaşayış. Noun
fast light
güneşten solmaz
fast motion
hızlı çekim Noun, Advertising
fast mounting income
hızla artan gelir
fast moving
hızlı hareket eden
fast moving traffic
hızlı hareket eden trafik
fast one
tonga
fast one
mandepsi
fast or loose woman
kokot
fast path key
kestirme yol tuşu Information Technology
fast patrol boat
süratli karakol botu Noun, Maritime Traffic
fast route
ekspres hattı
fast selling item
sürümü olan mal
fast set
hızlı yaşayanlar grubu
fast sleep
derin uykuda
fast society
yüksek sosyete
fast station
ekspres tren istasyonu
fast talk
(şüphe uyandırmamak veya şüpheleri dağıtmak için) hızlı hızlı konuşma. Noun
fast telegram
acele telgraf
fast time
yaz saati. Noun
fast time scale
hızlı zaman ölçekli
fast track
(a) kuru ve sert yarış yolu, (b) ekspres trenlere mahsus demiryolu. Noun
fast train
ekspres
fast train
ekspres tren
fast upon
çabuk kavramak (gözle , elle , anlayışla
fast watch
ileri giden saat
fast working
hızlı
a fast buck
çabuk ya da kolay kazanılmış para
be fast aground
(gemi) karaya oturmak Verb
by fast freight train
ekspres marşandiz ile
by fast goods train
(Br) ekspres ile
by fast goods train
ekspres marşandizi ile
draw hard and fast lobs
kesin sınırları koymak Verb
hard and fast rule
katı kural
hard and fast rule
kesin kural Noun
hard and fast rules
değişmeyen kurallar Noun
hard and fast rules
kesin ve kati kurallar Noun
hold fast to
sarılmak Verb
lay someone fast by the heels
birini yakalayıp hapse atmak Verb
lead a fast life
hızlı yaşamak Verb
make fast alongside
iskeleye yanaşmak Verb
make fast to a buoy
cankurtaran simidine hızla ilerlemek Verb
Not so fast!
Ağır ol! Sentence
Not so fast!
Hop! Sentence
Not so fast!
Dur bakalım! Sentence
on a fast track
hızlı gelişme yolunda, normalden çok çabuk ilerleyen/terfi eden, işi yolunda giden.
an executive on a fast track.
on the fast track
hızlı gelişme yolunda, normalden çok çabuk ilerleyen/terfi eden, işi yolunda giden.
an executive on a fast track.
play fast and loose
(a) riyakârlık/ikiyüzlülük etmek, sözünde durmamak.
He played fast and loose with her affections:
Ona karşı sözünde durmadı (hisleriyle/sevgisiyle oynadı). (b) sorumsuzca/düşüncesizce davranmak, hiçe saymak.
play fast and loose (with)
sorumsuz/saygısız davranmak, hiçe saymak, kıymet vermemek.
He played fast and loose with her affections.
play fast and loose with father's money
kaygısızca hareket etmek Verb
play fast and loose with sb
biriyle kedi fare oyunu oynamak Verb
pull a fast one
aldatmak, yutturmak, faka bastırmak.
pull a fast one
göz boyamak, hile yapmak, dolap çevirmek, el çabukluğu ile becermek,
argo madik atmak.
pull a fast one on
oyun oynamak Verb
pull a fast one sb
birine muziplik yapmak Verb
run fast into bottlenecks
hızla engellerle karşılaşmak Verb
send goods by fast train
malları ekspres treni ile göndermek Verb
send goods by fast train
malları ekspres trenle göndermek Verb
send goods by fast train
malları ekspresle göndermek Verb
talk a fast trade
acele bir sonuca varmak Verb
the breaking of the Ramadan fast at sunset
iftar
the fast lane
tercihli yol
the time when the day's fast begins during Ramadan
imsak
English-Turkish phrases from Zargan's own database