Çok şaşırdım.
Ünlem, Deyim
Aklımın ucundan geçmedi.
Ünlem, Deyim
Bunu hiç beklemiyordum.
Ünlem, Deyim
içine doğmak, (sebebini bilmeden) emin olmak.
işverenine işten ayrılma niyetinde olduğunu bildirmek
Fiil
Başınız sağolsun.
Cümle, Deyim
Başın sağolsun.
Cümle, Deyim
masum olduğunu ileri sürmek
Fiil
Seni ilgilendirmez.
Cümle
Seni alakadar etmez.
Cümle
birini bilgilendirmek
Fiil
olduğu gibi, haliyle, hattâ, … bile.
üstelik, hem de.
It's an idea, and a good one at that: Bu bir fikir, hem de iyi bir fikir.
olmasa … , eğer, şayet, belki.
I would come but that I felt too ill: Çok hasta hissetmesem gelecektim.
nazar-ı itibara alındığı takdirde
belirti, işaret, emare, alâmet.
There ares evidences that somebody has been liiving here. His flushed look was visible evidence of his fever.
ancak, lâkin, yalnız, şu var ki.
I'd like to go with you, except that I can't swim.
bütün bunlara rağmen
Zarf
gene de beni uyarman gerekirdi
verildiğine göre, verilmiştir, veriliyor.
given that the radius is 16 cm, find the circumference.
öyle olsa bile, öyle olduğunu farz/kabul etsek bile, farzedelim ki … dir.
granted that he has enough money to buy the house, it doesn't mean he's going to do so: Evi satın alabilecek kadar parası olsa bile, bu, mutlaka evi satın alacak demek değildir.
öyle olsa bile, öyle olduğunu farz/kabul etsek bile, farzedelim ki … dir.
granted that he has enough money to buy the house, it doesn't mean he's going to do so: Evi satın alabilecek kadar parası olsa bile, bu, mutlaka evi satın alacak demek değildir.
çünkü, bu sebeple, … için, sebebiyle, hasebiyle, nedeniyle, mademki.
In that you have already done the work, you may be excused. The higher income tax is harmful in that it may discourage people from trying to earn more.
çünkü.
I prefer his plan to yours, in that it is more practical.
aslında, … şöyle dursun, … değil amma, … değil ya, … bir yana.
Not that it matters, but how did you spend the money I gave you? (Aslında) önemli değil amma, sana verdiğim parayı nasıl harcadın?
If he ever said so - not that I ever heard him say so - he told a lie: Onun böyle söylediğini işitmedim ama, eğer öyle dediyse yalan söylemiş.
not that I know of: bildiğime göre.
keşke.
Oh that I could fly!
birşeyi zorunlu kılmak
Fiil, Hukuk
birşeyi uygun görmek
Fiil, Hukuk
birşeyi öngörmek
Fiil, Hukuk
birşeyi şart koşmak
Fiil, Hukuk
garanti altına almak
Fiil
ta ki, şöyle ki, neticede, şartıyla, … için.
öyle ki, … maksadıyla, neticede, şartıyla.
yanlış olarak beyan etmek
Fiil
birine birşeyi anlatmak
Fiil
böylece, bu suretle, bunun üzerine.
The train reached the station, and, with that, our long trip ended.
keşke.
would that we had seen her before she died: Keşke onu ölmeden önce görebilseydik.
'in kısaltılmışı:
That's got nothing to do with it: Onun bu işle ilgisi yok.
' in kısaltılmışı.
That's mine: O benimdir.
... konusunda mutabık olmak
Fiil
! işte bu kadar! vesselam! yapacak başka şey yok!
İnanabiliyor musun?
Cümle
...'i ...'e benimsetmek
Fiil
... olduğu gerekçesiyle
Zarf
İçimden bir ses diyor ki, ...
... olduğu kadarıyla sınırlı olmak üzere
Hukuk
Söylenenlere bakılırsa, ...