ön-

on
üzerinde, üstünde.
a book on a table. Adposition
on
… de/da (bağlı/bitişik anlamında).
a picture on the wall. Adposition
on
üstüne, üzerine.
Put the blanket on the baby. Adposition
on
-de/da (beraber, içinde, işbirliği halinde).
to serve on a jury. Adposition
on
üzerine (yapılmış, işlenmiş).
a painting on canvas. Adposition
on
-de/da (yer, mevki, durum vb. bildirir).
a scar on the face. Adposition
on
yönünde, cihetinde, tarafında.
on the starboard bow. to sail on a southerly course. Adposition
on
… ile.
on the wing. Adposition
on
-den/dan, … ile/vasıtasıyla.
drunk on the wine. on the wheels. Adposition
on
hakkında, konusunda, … üzerine.
write a term paper on Shakespeare. a work on economics. Adposition
on
… halinde.
on the offensive: hücum halinde.
the house is on fire: ev yanıyor.
on the
contrary: aksine, bilâkis.
Adposition
on
-e/-a, -ye/-ya (kaynak, sebep vb. bildirir):
She depends on her father for money. Adposition
on
… üzerine, … ile, -e göre/dayanarak, … gereğince. (dayanak/temel belirtir):
He acted on his lawyer's
advice: Avukatının tavsiyesine göre hareket etti.
on his word of honor: onun şeref sözüne dayanarak.
Adposition
on
tehlike, sorumluluk belirtir:
on pain of death. Adposition
on
esnasında, zarfında, -de/-da. (gün, zaman, vesile vb. belirtir):
on Sunday: Pazar günü.
on
May 5th: 5 Mayısta.
We demand cash on delivery: Mal tesliminde (bedelinin) ödenmesini istiyoruz.
He arrived on my birthday: doğum günümde geldi.
Adposition
on
-e doğru, üzerine, -e karşı (hareketin, arzunun, düşüncenin vb. amacını bildirir):
to march on the
capital. make war on the enemy.
Adposition
on
-ce/-ca, … için, … sebebiyle.
On seeing her, I left: Onu görünce (oradan) ayrıldım.
on hearing this: bunu işitince. Adposition
on
başında, başlangıcında, ânında.
on the hour: saat başında. Adposition
on
-lerce, -e ilâveten, üstüste …
Thosands on thousands of them: (Onlardan) binlercesi (binlerce
ve binlercesi).
Defeat on defeat discouraged them: Üstüste yenilgiler cesaretlerini kırdı.
Adposition
on
sonucunda, sebebiyle, yüzünden, -den, -den sonra, … üzerine.
making a profit on tips: bahşişlerden
kâr sağlayarak.
On thinking about the idea, I decided against it: Bu fikir üzerinde düşündükten sonra kabul etmemeye karar verdim.
Adposition
on
yanında, cebinde, üstünde.
Do you have ten dollars on you?Yanında on dolar var mı? Adposition
on
hesabına, … kesesinden, namına, -dan.
drinks on the house: içkiler müessese hesabına.
The joke
is on you: Bu şaka sana idi/bu taş sana atıldı.
Adposition
on
başına dert olacak şekilde.
The car stalled on me: Araba stop edip başıma dert oldu. Adposition
on
biteviye, aralıksız, fasılasız, durmadan, bir düziye.
He worked on (and on) all night: Bütün gece
aralıksız (durmadan) çalıştı.
Adverb
on
biraz daha, daha fazla (yapılan işe devamı belirtir).
If you walk on, you'll come to the school:
Biraz daha yürürseniz okula varırsınız.
Adverb
on
ileriye, ileride.
go/carry on: ilerlemek, devam etmek.
Go on with your work: İşine devam
et.
It was well on in the night: Gece ilerlemişti, gecenin geç saatlerinde idi.
Adverb
on
üstünde, üzerinde.
He had nothing (no clothes) on: Üstünde elbise yoktu.
without anything on: çırılçıplak. Adverb
on
(söylenen kısmı) önde.
head on: kafa kafaya, başı önde olarak.
The cars crashed head on:
Arabalar kafa kafaya birbirine çarptılar.
Adverb
on
sıkı, sağlam.
Hold on! You may fall down: Sıkı tutun, yoksa düşersin. Adverb
on
(elektrikli cihaz vb.) çalışır duruma.
turn the radio on: radyoyu açmak.
turn the light on:
ışığı yakmak.
turn on
mec. etkilemek, hoşuna gitmek, hoşlandırmak, dokunmak.
Her songs really turn me on. turn off
Adverb
on
çalışmakta, işlemekte, faaliyette, açık.
The TV set was on: Televizyon açıktı. Adjective
on
cereyan etmekte, devam etmekte, sürüp giden.
The examination is now on: Sınav başladı/devam ediyor.

Don't you know there is a war on? Harp olduğunu (harbin devam ettiğini) bilmiyor musun?
Adjective
on
plânlanmış, plânda, plâna/programa alınmış.
Anything on after supper? Akşam yemeğinden sonra plânda
bir şey var mı?
What's on at the cinema? Sinemada ne oynuyor?
What's on today: Bugün (programda) ne var?
Adjective
on
(kriket oyununda) vuran oyuncunun bulunduğu (taraf).
the on side. Adjective
on
çalışma/işleme durumu. Noun
on
(krikette) vuran oyuncunun bulunduğu taraf. Noun
eklemek Verb
yapısını değiştirmek ve çalışmasını geliştirmek amacıyla alete eklenen aksam
...'e ... hakkında tavsiyede bulunmak Verb
birdenbire bulmak Verb
güvenmek Verb
'a dayanarak
isnaden
komşu olmak Verb
sürdürme
ifa etme
icra etme
devam
skandal yaratan hikâyeler Noun
... etrafında dönmek Verb
... üzerine kurulu olmak Verb
klips ile bir şeye takılabilen
klipsli
kafasını toplamak Verb
beklemek Verb
ummak Verb
yardım ummak Verb
istinat
(US) kâr payı dahil
kurmak Verb
tükürmek Verb
karnını doyurmak Verb
ötede
arayı kapatmak Verb
borsada simsarların borç aktarmasından doğan faizi ödemek Verb
dayanır olmak Verb
ilginç vs olmak Verb
deneyimli
deneyimli olma
(telefon) bir dakika bekle
tufeyli
dikilme
kalkma
Bekleyin lütfen.
devamlı
acele etmek Verb
acele etmek Verb
bir şeyi yapmaya
vira
götürmek Verb
yanar bırakmak Verb
olduğu şekilde bırakmak, yanar bırakmak Verb
olduğu şekilde bırakmak Verb
seyirci
başlıca bir konu üzerinde yoğunlaşmak Verb
yürüyüş yapmak Verb
yürümek Verb
biteviye, aralıksız, ara/fasıla vermeden, fasılasız, habire, vira, bir düzüye, durmadan.
They talked
on and on for hours: Saatlerce durmadan konuştular.
muhayyer
varışta
ortalama olarak Adverb
şartıyla
çalışan
izinli
izinde
at üstünde Adverb, Horse-riding
taksitli
cezalı
merkezi bir bilgisayara bağlanmış bilgisayar
mikrofona yöneltilmiş ses
nakliyat sigortasında brüt prim eksi tenziller
nakliyat sigortasında tenzillerden önceki brüt prim
(asker) izinli
ödeme karşılığı
reklam ajansı tarafından reklam yaptırmak isteyen müşteriye ödeme zorunluluğu gerektirmeden hazırlanan reklam
kredili
amade
muhayyer
izinli
hafta arası günlerde
'e göre düzenlemek Verb
üşüşmek Verb
hedeflemek Verb
amaçlamak Verb
çıkarmak Verb
veto hakkını kullanmak Verb
gammazlamak Verb
istinat etmek Verb
bel bağlamak Verb
istinat
istinat
kadın iç çamaşırı
işe işçi alma
(polise) sır vermek Verb
Kesinlikle!
vurgun
kaygı beklemek Verb
birine uyarıcı vererek canlandırmak Verb
(argo) uyuşturucunun etkisi altında olan
yanından ayrılmamak Verb
yanında gezmek Verb
reklam sayfasına bir kenarından yapıştırılmış bir kupon
çiğnemek Verb
tecavüz etmek Verb
tecavüz etmek Verb
(giysi) prova edilmemiş
  1. Information Technology pre-
on
ten
ön
forefront
ön
space in front of
ön
preliminary
ön
foremost
ön
front part of
ön
front
ön
face
ön
first
ön
initial
ön
anterior Adjective, Physiology
fore-
inceptive
interim
precontract Noun, Law
cache buffer Information Technology
front yard
foretoken
fifteen
preliminary information Noun
eleven
front glass
pilot experiment
preaudit
pre auditing -
incisor
head lamp Transport
preliminary financing
front brakes Noun, Transport
warm-up band Music
prior authorization
prelimary decision
preliminary ruling
leading edge
ten times
front seat Transport
aboriginal cost
first devisee
fiduciary heir
preliminary authorisation
advance copy
advance payment
up-front Noun, Banking
prepayment Noun
prior approval
foreground
in the foreground
well to the fore
precondition
front page
prelim
advance order
dress circle Noun, Theatre
preliminary inquiry
front
front of a building (house)
preliminary delivery
long dozen
prorogative citizenship Noun, Public Law
prejudice
xvii Noun, Arithmetics

on
Dokuzdan sonra, ... sayının adı
ön
Arka, sağ ... ileri taraf