değer, lâyık, şayan.
be worth: değmek.
It's worth seeing: Görmeye değer.
This book is worth reading: Bu kitap okumaya değer.
advice worth taking: tutmaya değer öğüt.
It is worth the money: Bu fiyata değer.
It's not worth a cent: Beş para etmez.
to be worth while: harcanacak zamana değmek.
to be worth its weight in gold: altın gibi değerli olmak, ağırlığı kadar altına değmek.
In the desert a bottle of water is often worth its weight in gold.
Adposition
değerinde, kıymetinde, eder.
That book is worth $8.
Adposition
… sahibi, -lik.
He is worth millions: Milyonların sahibidir, milyonluk adamdır.
die worth a million: bir milyon bırakarak ölmek.
It would be as much as my life is worth to do this: Bunu yapmak hayatıma mal olabilir.
Give me two dollar' worth of cheese: Bana iki dolarlık peynir veriniz.
I tell you this for what it is worth: Pek önemli değil (
bazen: doğru olup olmadığını bilmiyorum) fakat size söyliyeyim.
Adposition
(manevî) değer, kıymet, meziyet, fazilet.
men of worth: değerli kişiler.
Noun
(maddî) değer, kıymet, yarar, fayda.
His worth to the world is inestimable.
Noun
(para olarak) değer, karşılık.
get one's money's worth: harcadığı paranın değerini/karşılığını
almak/çıkarmak.
She got her money's worth out of that coat. 4. -lik.
ten cent's worth of candy: on sentlik şeker.
Noun
servet zenginlik, varlık.
His personal worth is several million.
Noun
vaki olmak, çıkmak, zuhur etmek, vuku bulmak, başına gelmek.
Woe worth the day: O güne lânet olsun!
Woe worth the man: O adama lânet olsun!
Verb
yılda yüzbin dolar geliri olmak
Verb
altınla tartılacak kadar değerli olmak
Verb
ödenilen para karşılığı olmak
Verb
sermaye net değeri (bir işletmenin borçlar çıktıktan sonraki varlıklarının değeri
net değere bölünen borçların tümü
arkasında milyonluk servet bırakarak ölmek
Verb
olanca gücüyle.
He ran for all he was worth: olanca gücüyle koştu.
ne (pahasına) olursa olsun.
parasının karşılığını almak
Verb
ödediği paranın karşılığını almak
Verb
parasının karşılığını almak
Verb
ödediği paranın karşılığını almak
Verb
ne ödediyse karşılığını almak
Verb
yüz bin liralık benzin lütfen
Ben bundan âlâsını bilirim.
On para etmez.
I don't care a dime: Umurumda değil/bana vız gelir/bana ne/metelik vermem/bence farketmez.
şeytana çarık giydirmek
Verb
pasif toplamının öz sermayeye oranı
pasif toplamının özsermayeye oranı
harcanan paraya değer, emeğin/masrafın karşılığı.
You've had your money's worth: Masrafını bol bol çıkarttın.
büyük bir şirketin yan kuruluşlarının bu gruba dahil olmaktan ötürü kazançlı çıkacakları yerde zarar görmeleri
Noun
yediği ekmeği hak etmemek
Verb
ekmeğini hak etmemek
Verb
harcanan barutla fişeğe yazık olmak
Verb
yaşama ümidi yok/ölümü yakın/ancak bir günlük/bir saatlik ömrü var.
beş para etmez, değersiz.
hiç değeri olmamak, değersiz olmak.
not worth a whoop: beş para etmez.
Her promises aren't worth a whoop: Onun vaadine güvenilmez.
değersiz, kıymetsiz, beş para etmez, kâğıdı kadar bile değeri yok.
işe yarasın yaramasın fikrini söylemek
Verb
yüz bin lira değer inde mal
net varlık oranı üzerinden kâr
vergilerden sonra net kârın net varlığa bölünmesi
=
put in one's two cents
argo: tartışmada kendi fikrini/düşüncesini ortaya atmak.
Zahmete değmez/Astarı yüzünden pahalı/Yapılan masrafa, harcanan emeğe değmez.
az bir masraftan kaçınıp büyük zarara girmek.
(US) fikrini anlatma sırası
(tartışma esnasında) fikir beyanı, görüşünün açıklanması.
parasının karşılığını istemek
Verb
. Yapılacak bir iş lâyıkile yapılmalıdır.
düşünmeye değer
Adjective
(a) saygıdeğer, (b) aldığı para helâl, aldığı parayı/ekmeğini hak eden.
He is not worth his salt: Ekmeğini hak etmiyor.
zahmetine değmek.
I'll make it worth your while: zahmetinizin karşılığını veririm, sizi memnun ederim, karşılığını öderim.