bounds

  1. sınır, hudut.
    the bounds of space and time. within the bounds of his estate.
    within the bounds
    of the reason: makul bir şekilde.
    He acted within the bounds of the reason: Makul davrandı.
    He acted beyond the bounds of reason: Makul davranmadı.
  2. (a) sınırdaki/sınıra yakın arazi, (b) sınırlanmış arazi.
sınırlarını bilmek Verb
haddini aşmak Verb, Idioms
fazla ileri gitmek Verb, Idioms
çizmeyi aşmak Verb, Idioms
bir papazın dinî bölgesini gezerek işaretlemek.
kontrol altına almak Verb
bir arsanın/arazinin tapudaki hudutları.
hızla, süratle, dev adımlariyle.
Economic growth is increasing by leaps and bounds.
büyük hızla, çok çabuk/süratle. dev adımlariyle.
We are progressing by leaps and bounds: Dev adımlariyle ilerliyoruz.
frenlemek Verb
s (arsa) sınır çizgisi
bir emlakin sınırları Noun
(a) sınır dışın(d)a.
The ball bounced out of bounds. (b) yasak(lanmış), memnu, menedilmiş.
(Br) yasaklamak Verb
dev adımlarıyla ilerlemek Verb
(fiyatlar) yukarı fırlamak Verb
dar sınırlar içinde
darsınırlar içinde
makul sınırlar dahilinde
imkân dahilinde olmak Verb
görgü kurallarına uymak Verb
kanunun dışına çıkmak Verb
bir mülkün sınırlarını çizmek Verb
örf ve âdet hukukuna aykırı davranmak Verb