glance

  1. (bir an için) bakmak, göz atmak/gezdirmek, bakıvermek, şöyle bir bakmak/nazar atfetmek.
    glance at:
    bakıvermek.
    He glanced at his watch. I glanced round the room before I left.
  2. parıldamak, parlamak, parlayıp sönmek.
    The glasses glanced in the firelight.
  3. ima etmek, kısaca temas edip geçmek, kısaca zikretmek.
  4. yansıtmak.
  5. sıyırttırmak, (bir şeyi) sıyırıp geçecek şekilde atmak.
  6. (kısa) bakış, nazar.
    He gave her an admiring glance. One glance at his face told me he was ill.
  7. parıltı, lem'a, parlayıp sönme.
    the glance of a brightly polished sword. the glance of sunlight.
  8. sıyırıp geçme, çarpıp yansıma/sekme.
    A sudden glance of the sword cut his shoulder.
  9. ima.
  10. (kriket oyununda topu saptırmak için) vuruş.
  11. (madencilikte) parlak cevher, yapısında maden bulunan ve göze parlak görünen cevher.
: acele göz gezdirmek, kısaca göz atmak.
glance through/over a document: bir belgeye şöyle bir
göz gezdirmek.
He glanced his eye over the titles of the articles.
stibnite
bir bakışta.
He saw at a glance that she'd been crying.
ilk bakışta.
bizmüt sülfit, Bi2S3: kurşunî renkli kütleler halinde bulunan bizmüt cevheri.
bakmak Verb
bakış atmak Verb
bakış fırlatmak Verb
birine bakmak Verb
birine bir bakış fırlatmak Verb
birine bir bakış atmak Verb
antrasit
chalcocite.
parlamak Verb
kristalli hematit.
öldürücü bakış
anlamlı bakış
göz atma, kısa bakış.
yan bakış
durumu bir bakışta özetlemek Verb
durumu hemen kavramak Verb
kaçamak bakış
göz atmak Verb
bir konuya temas etmek Verb
kısaca bakmak
konu dışına çıkmak Verb
sıyırıp geçmek, sıyırtmak, hafifçe vurup sekmek/kaymak.
The arrow glanced off his shield. The spear
glanced off his armor and hit the wall.
bir mektuba göz atmak Verb
çevresine hızla bakmak Verb
göz ucuyla bakmak Verb
farkettirmeden/gizlice/göz ucuyla bakmak/gözetlemek.
gazete başlıklarına bir göz atmak Verb