(a) bir tabak çorba, (b) yal, yuntu, (c)
mec. fedakârlıkla elde edilen maddî rahat/konfor.
bir şeyi berbat etmek
Fiil
işi berbat etmek, yüzüne gözüne bulaştırmak.
bir şeyi berbat etmek
Fiil
karışıklık, düzensizlik, dağınıklık, pislik, pejmürdelik.
in a mess: karmakarışık, keşmekeş, darmadağınık.
This room is in a mess. I'll have to to clean up all the mess in this room.
karışık/düzensiz/dağınık/pis yığın, keşmekeş.
The whole house is a mess. There was a mess of dirty dishes in the sink.
make a mess: berbat etmek, yüzüne gözüne bulaştırmak, keşmekeş etmek, arap saçına döndürmek.
müşkül/utandırıcı durum, içinden çıkılmaz /zor durum, çıkmaz, baş belası.
get oneself into a mess:
her tarafını kirletmek, başını belaya sokmak, çıkmaza saplanmak.
Here's a pretty mess: Çattık belaya! Ayıkla pirincin taşını!
sofra arkadaşları, daima aynı sofrada yemek yiyen kimseler.
(birlikte yenilen) yemek, ziyafet.
bir tabak dolusu yemek (katı veya sulu).
Picked a mess of peas for dinner. 8 .
mess hall ile ayni anlama gelir. yemek salonu, yemekhane, orduevi lokantası, (bilhassa askerlerin) topluca yemek yedikleri yer.
Officers are at mess now.
(askerlikte toplumsal amaçla kurulan) birlik.
He was secretary of the sergeant's mess.
mess up: kirletmek, pisletmek.
Don't mess up my clean floor. He messed up his book by scribbling on the pages.
mess up: karıştırmak, karmakarışık hale getirmek, yüzüne gözüne bulaştırmak, keşmekeşe/çorbaya/arap
saçına çevirmek, berbat etmek, bozmak, altüst etmek.
They messed up the whole deal.
kurcalamak, bozmak.
She told the child not to mess with his father's camera.
şaşırmak, şaşalamak, şaşırıp hata yapmak.
Got another chance and didn't want to mess up again.
yitirmek, kaybetmek, akamete uğratmak.
He messed up his chances of winning the race.
yemek vermek, (birlikte) yemek yemek.
(a)
k.d. oyalanmak, amaçsız/gayesiz/plânsız iş görmek, boşuna uğraşmak.
I'm not of a sailor, but I like to mess about in my little boat on the river. (b)
argo vakit öldürmek, sinek avlamak, havyar kesmek, âvarelik etmek.
He spent all day Sunday just messing about. (c)
argo (bir kimse veya şey ile) ilgilenmek, (bir işe) karışmak/burnunu sokmak, bulaşmak.
messing other people's affairs. (d) sıkıfıkı olmak.
Don't mess around with admiral much. (e) flört/kur yapmak.
He caught him messing around with his wife. (f) oyalamak, atlatmak.
Don't mess me about; I want the money you promised me.
(a)
k.d. oyalanmak, amaçsız/gayesiz/plânsız iş görmek, boşuna uğraşmak.
I'm not of a sailor, but I like to mess about in my little boat on the river. (b)
argo vakit öldürmek, sinek avlamak, havyar kesmek, âvarelik etmek.
He spent all day Sunday just messing about. (c)
argo (bir kimse veya şey ile) ilgilenmek, (bir işe) karışmak/burnunu sokmak, bulaşmak.
messing other people's affairs. (d) sıkıfıkı olmak.
Don't mess around with admiral much. (e) flört/kur yapmak.
He caught him messing around with his wife. (f) oyalamak, atlatmak.
Don't mess me about; I want the money you promised me.
(US) tembellik etmek
Fiil
sofrada giyilen (kısa, dar) ceket.
İsim
(askerî yemekhanede görevli) levazım çavuşu.
İsim
yüzüne gözüne bulaştırmak
Fiil
ağzına burnuna bulaştırmak
Fiil
ortalığı düzene koymak
Fiil
hükümeti buhrandan çıkarmak
Fiil
pirincin taşını ayıklamak
Fiil