taban düzeyi: akarsuyun araziyi aşındırabileceği en alçak düzey.
taban seviyesi
İsim, Coğrafya
üst düzeyinse altında olduğu iki düzey üzerine yapılmış ev
ana girişin alt düzeyin üzerinde
fiyat düzeyini şişirmek
Fiil
hükümet düzeyinde istişare
başlangıç düzeyi (yüksekliklerin hesaplanmasında başlangıç düzeyi kabul edilen itibari satıh veya yatay yüzey
konjonktürün en düşük seviyesi
başa baş gitmek
Fiil, Spor
aynı düzeye gelmek
Fiil, Spor
eşit durumda olmak
Fiil, Spor
ilaç düzeyi
İsim, Biyokimya
öğrenim durumu
İsim, Eğitim
eğitim durumu
İsim, Eğitim
(bilgisayarlarla ilgili olarak) acemilere ya da ilk kez kullananlara uygun
düzeltme düzeyi
Bilgi Teknolojileri
uçuş seviyesi
İsim, Havacılık
Dışişleri Bakanı seviyesi
gri düzeyi
Bilgi Teknolojileri
taban hali: bir öğeciğin en düşük erkeli (en kararlı) durumu.
İsim
yeni bir seviyeye erişmek
Fiil
(borsa) değerlerin aynı düzeyde kalması
gelir düzeyi
İsim, Ekonomi
anlak düzeyi, bireyin anlak ölçerinde sağladığı anlak yaşı.
düz, düzgün (yüzey).
level ground: düz zemin.
Sıfat
yatay, ufkî.
The tray must be absolutely level. Hold the stick level.
Sıfat
(önem/nitelik) eşit, aynı (değerde/nitelikte), başabaş.
dead level: dümdüz (yüzey), aynı, eşit.
The two contestants are dead level .
to be level with (in race): (yarışmada) başabaş gelmek.
to draw level with (in race): (yarışmada) aynı dereceyi almak.
to be level in seniority: kıdemce aynı olmak.
Sıfat
tekdüze, yeknesak, üniform.
level stress.
Sıfat
(a) bir düzeyde/seviyede/hizada, aynı yükseklikte/irtifada.
level with: bir hizada.
on a level with … : … ile aynı düzeyde/seviyede/yükseklikte.
The table is level with the window sill. (b) düzeyli, seviyeli, düzeyde, seviyede.
High-level talks have began between the major powers. (c) (rütbe/derece/nitelik bakımından) eşit, denk, muadil, aynı seviyede.
The two friends remained level in rank, but not in salary.
Sıfat
silme, ağzına kadar dolu.
a level teaspoon of salt.
Sıfat
(kabarcıklı) düzeç, tesviye aleti/ruhu.
İsim
(Topoğrafya) nivo, tam yatay durumu gösteren/ölçen teleskoplu alet, bu aletle yapılan ölçü.
to take a level: nivo ölçmek.
İsim
yataylık, yatay durum.
out of level: yatay olmayan, eğik.
İsim
düzlük, düz arazi.
lay (a place) level with the ground: (bir yeri) dümdüz yapmak, yer ile yeksan etmek.
İsim
düzey, seviye, yükseklik, hiza.
social/intellectual level . The water rose to a level of 10 meters.
This problem is handled at ministerial level: Bu sorun bakanlar düzeyinde ele alınıyor.
on a level with: … ile bir hizada/seviyede.
at a higher/lower level: Daha yüksek/alçak düzeyde.
The noise level in the library makes it hard to concentrate.
İsim
aşama, derece, rütbe, mevki, kademe.
professional level: meslekî derece/kademe.
İsim
(bir yüzeyi) düzeltmek, tesviye etmek.
They used bulldozer to level the ground.
Fiil
bir düzeye/aynı seviyeye getirmek.
level up: dümdüz etmek, bir hizaya getirmek.
Fiil
yıkmak, yerle bir etmek, dümdüz etmek, toprak seviyesine indirmek.
The tornado leveled every house in the town. to level trees.
Fiil
(bir kimseyi) devirmek, yıkmak, yere sermek.
level a blow at someone: birisine bir darbe indirmek.
Fiil
(iki veya daha fazla şeyi) eşitle(ştir)mek, eşit yapmak, denkleştirmek, müsavi kılma.
to level social classes.
Fiil
(tüfek/eleştiri vb.) yöneltmek, tevcih etmek, doğrultmak.
level accusations against someone: birini
suçlamak, birine karşı ithamlarda bulunmak.
to level a gun at someone: tabancayı birisine çevirmek.
The soldier leveled his riffle.
to level a blow a someone: birisine yumruk vurmak/aşketmek.
to level an accusation at someone: birisini suçlamak, üstüne suç atmak.
She leveled a stinging rebuke at the speaker. A serious charge was leveled at the minister.
Fiil
(renk vb.) tekdüze yapmak, yeknesak hale getirmek.
Fiil
arazi üzerinde iki nokta arasındaki yükseklik/irtifa farkını ölçmek, bağıl düzeyi belirlemek, seviye ölçmek, nivo kullanmak.
Fiil
gözünü belirli bir yöne) çevirmek/yöneltmek.
Fiil
level off
hv. yatay uçmak (havalandıktan sonra veya inişe geçerken).
Fiil
level off/out: düzleşmek, dümdüz/yatay olmak.
The path climbs for about 200 meters and then levels off.
Fiil
level with argo doğruyu/gerçeği söylemek, dobra dobra konuşmak.
level with me about that trip to Chicago. You can level with me, what really happened.
Fiil
(düşünce ve maksadı bir şeye) yöneltmek, tevcih etmek.
Fiil
düz/yatay bir şekilde, düzgünce.
to draw level with: aynı seviyeye gelmek/ulaşmak, eşit olmak, başabaş gelmek.
Zarf
düzgeçit, aynı düzeyde demiryolu geçidi.
İsim
belli bir standarda indirmek
Fiil
soğukkanlı, sakin, vakur, dengeli, makul.
He answered in a level voice: Vakur bir sesle cevap
verdi.
keep a level head: soğukkanlılığını korumak.
She's got a level head.
(fiyat, istatistik, sonuç vb.) kararlı bir hale gelmek, artık değişmemek, istikrar kazanmak, (eğri) düzleşmek, yataylaşmak.
denkleşmek, denk gelmek, eşitleşmek, eşit/denk olmak.
(a) (arazi çukurlarını doldurarak) düzleştirmek, (b)
level something up to: bir şeyi … düzeyine çıkarmak/yükseltmek.
fiyatları yükseltmek
Fiil
(fiyatlar) en düşük seviye
değişiklik düzeyi
Bilgi Teknolojileri
izin verilebilir gürültü düzeyi
asgari gelir seviyesinin altında
bir kişi ya da ailenin yoksul sayıldığı seviye
yoksulluk sınırı
İsim, Sosyoloji
vergiye tabi duruma gelmek
Fiil
eski durumuna getirmek
Fiil
deniz seviyesi
İsim, Coğrafya
hizmet seviyesi sözleşmesi
İsim, Hukuk
anlamlılık düzeyi, anlamlılık seviyesi
İsim, İstatistik
düzeç, kabarcıklı düzeç, tesviye ruhu.
İsim
(binalar , odalar) bölümleri farklı seviyelerde olan
gerçek düze, her yerde şakule dik olan hayalî düzey.
(geminin) su kesimi.
İsim
su tesviyesi/terazisi.
İsim
water line = waterline ile ayni anlama gelir. su seviyesi/düzeci.
water table ile ayni anlama gelir. su tabakası yüzeyi, su ile doymuş yeraltı tabakasının üst yüzeyi.