fretted -> fret

  1. üzülmek, (canı) sıkılmak, içine dert olmak, endişelenmek, kendini yemek.
    Don't fret, all will be well:
    Üzülme, her şey düzelecek.
    The child's fretting for his absent mother. It's no use fretting your life away because you can't have everything you want.
  2. aşın(dır)mak, kemirmek, yıpran(dır)mak, (ovarak/sürterek) yıpratmak, ye(n)mek.
    acids that fret at the strongest metals.
  3. aşındırıp yol açmak.
    The river frets at its banks until a new channel is formed.
  4. çalkala(n)mak, dalgalan(dır)mak, çalkanarak/dalgalanarak akmak.
    A light wind fretted the surface of the water.
  5. üzmek, canını sıkmak, sinirlendirmek, taciz/rahatsız etmek, kızdırmak, öfkelendirmek.
  6. üzüntü, can sıkıntısı, endişe, merak, öfke.
  7. aşınma, yıpranma.
  8. aşınmış/yıpranmış yer.
  9. köşeli nakış, kıvrım-süs, kenar süsü.
  10. kenarını süslemek, (köşeli nakışlarla/kıvrımlarla) süslemek.
  11. telli sazın parmak basacak yeri/bölümleri(ni yapmak).
çok kızmak Fiil
sabırsızlanıp öfkelenmek Fiil
aşınmak, yıpranmak, yenmek.
to fret away under constant wear.
önemsiz şeylere öfkelenmek Fiil
kıl testere, oyma testeresi. İsim
(n)
oyma