1. küme, yığın, öbek.
    a heap of stones. a sand heap. The books lay in a heap on the floor.
    fall
    in a heap: düşüp yığılmak.
  2. pek çok, sürü, yığın.
    a heap of people: bir sürü insan.
    a whole heap of trouble: bir sürü dert/baş belası.

  3. heap up/on/together
    etc.: yığ(ıl)mak, kümele(n)mek, birik(tir)mek, topla(n)mak.
    She
    heaped the dirty clothes beside the washing machine.
  4. heap on/upon: yüklemek, üzerine yığmak/atmak, çok miktarda vermek, garketmek/boğmak. to heap
    work on someone: birisine çok iş yüklemek. to heap praises on someone: birisini sitayişlere boğmak.
  5. (tepeleme) doldurmak, bol bol almak/vermek.
    He heaped food on the plate = He heaped the plate with
    food: Tabağına yemeği (tepeleme) doldurdu.
    heaped spoonful = heaping spoonful: tepeleme dolu kaşık.
fenalığa karşı iyilik yaparak birini utandırmak/mahcup etmek.
Jean Valjean stole the Bishop's silver,
but the Bishop heaped coals of fire on his head by giving silver to him.
kötülüğe iyilikle karşılık vererek utandırmak /vicdan azabı çektirmek.
bir yığın
birden şaşkına dönmek Fiil
çok şaşırmak, şaşırıp kalmak, hayretten küçük dilini yutmak.
I was struck all of a heap: Şaşırıp kaldım.
çöplük
(US) çöp yığını
çöplük
(US) çöp yığını
hurda araba
gübre yığını
mezbele
çöp yığını
çöplük
harabe
yıkık dökük
hurdalık, hurda yığını.
Put that plan on the scrap heap; it'll never work.
süprize neden olmak Fiil
kömür yığını
kötülüğe karşı iyilik yaparak karşısındakinde suçluluk duygusu uyandırmak Fiil
birine iltifatlar yağdırmak Fiil
yangına körükle gitmek Fiil
birine hakaret yağdırmak Fiil
tepeleme
kitap yığını
molozluk
bir araya getirmek Fiil
kümelemek Fiil
servet yığmak Fiil
bir sürü insan
tarihin çöplüğü İsim
tarihin tozlu sayfaları İsim