1. İsim utanç, âr, hayâ, hicap, mahcubiyet.
    blush with shame: utancından yüzü kızarmak.
    He hung his
    head in shame: Utancından başını öne eğdi.
    To my shame I must confess that … : Utanarak itiraf edeyim ki …
    Without shame: Utanmaz, arsız, hayasız.
    to be without shame: utanmamak.
    to be past shame /lost to all (sense of) shame: hiç utanmamak, âr damarı çatlamak.
  2. İsim rezalet, kepazelik, ayıp, yüz karası, utanılacak şey, münasebetsiz/ yakışık almayan şey.
    It is a shame
    to laugh at her: Onunla alay etmek ayıptır.
    shame on you: Ayıp! Utan! Yazıklar olsun!
    For shame: Ayıp!
    He was the shame of his family: Ailesinin yüz karası idi.
  3. İsim esef verici/üzücü şey.
    It's a shame you can't stay for dinner: Yazık ki yemeğe kalamıyorsunuz.

    What a shame! Ne yazık!
  4. Geçişli Fiil utandırmak, mahcup etmek.
  5. Geçişli Fiil rezil/kepaze etmek, şerefine/itibarına halel getirmek, yerin dibine geçirmek.
orospu muamelesi yapmak, namus bekçiliği yapmak Fiil
önüne bakmak Fiil
rezalet
arlanmaz
çok üstün olmaktan ötürü utandırmak Fiil
(a) utandırmak, mahcup/rezil etmek, (b) geride bırakmak, daha üstün başarı göstermek.
bütün utanma duygusunu bir yana bırakmak Fiil
hayâsızca
yazık sana
birini yuhalamak Fiil
Ne ayıp!
birisini mahcup ederek bir işi yapmak zorunda bırakmak.
He shamed her into going.
To be shamed
into doing sth.: utancından bir işi yapmak zorunda kalmak.
Yazık!
Ne kötü!