Noun utanç, âr, hayâ, hicap, mahcubiyet. blush with shame: utancından yüzü kızarmak. He hung his
head in shame: Utancından başını öne eğdi. To my shame I must confess that … : Utanarak itiraf edeyim ki … Without shame: Utanmaz, arsız, hayasız. to be without shame: utanmamak. to be past shame /lost to all (sense of) shame: hiç utanmamak, âr damarı çatlamak.
Noun rezalet, kepazelik, ayıp, yüz karası, utanılacak şey, münasebetsiz/ yakışık almayan şey. It is a shame
to laugh at her: Onunla alay etmek ayıptır. shame on you: Ayıp! Utan! Yazıklar olsun! For shame: Ayıp! He was the shame of his family: Ailesinin yüz karası idi.
Noun esef verici/üzücü şey. It's a shame you can't stay for dinner: Yazık ki yemeğe kalamıyorsunuz.
What a shame! Ne yazık!
Transitive Verb utandırmak, mahcup etmek.
Transitive Verb rezil/kepaze etmek, şerefine/itibarına halel getirmek, yerin dibine geçirmek.
English-Turkish translations from the Atalay Dictionary, First Edition