flatter

  1. yassıltan, yassılaştıran, düzleştiren (kimse/şey).
  2. (demirci) baskı çekici.
  3. yassı hadde, yassıltma haddesi, saat yayı vb. yapmaya mahsus hadde makinesi.
  4. yaltaklanmak, dalkavukluk etmek, yağ çekmek, tabasbus etmek, överek/methederek göze girmeye çalışmak.
  5. (sırf gösteriş için) iltifat etmek, yüze gülmek, övmek, methetmek.
    He flattered her about her cooking.
  6. gururunu okşamak, (överek) göklere çıkarmak, (aşırı derecede) övmek.
  7. aslından daha güzel göstermek.
    The portrait flatters her. This picture flatters her.
  8. yakışmak, kusurlarını örtmek.
    The black dress flattered her.
  9. aklını çelmek, aldatmak, avutmak, tatlılıkla kandırmak.
  10. zevk/haz/gurur duymak/vermek, çok mahzuz/memnun olmak.
    She was flattered at the invitation (that they invited her).
becerikliliğiyle övünmek Verb
yağ yapmak (argo) Verb
yağ çekmek (argo) Verb
yağlamak (argo) Verb
(a) (yanlış) zehaba kapılmak, zannetmek, sanmak.
We flatter ourselves that we can do without their
help. (b) (boşuna) ümit beslemek, ümit vermek.
Don't flatter yourself (that) you will succeed.
birinin gururunu okşamak Verb
etek öpmek Verb
koltuk vermek Verb