1. (sımsıkı) yakalama(k)/tutma(k)/kavrama(k).
  2. sıkıntı vermek, cefa/eziyet etmek, ıstırap çektirmek, zulmetmek, canını yakmak.
  3. (bağırsak/mide) sancılan(dır)mak, sancı vermek, ağrı(t)mak.
    I feel my stomack griping: Midemde
    sancı duyuyorum.
    a griping pain: şiddetli karın ağrısı.
  4. canını sıkmak, kızdırmak, öfkelendirmek, sinirlendirmek.
    His tone of voice gripes me.
  5. (parasını) sımsıkı tutmak, cimrilik yapmak.
  6. sızlanmak, yakınmak, şikâyet etmek, homurdanmak, vırvır etmek.
    What's he griping about now? He's griping
    about his income tax again.
  7. Denizcilik (yelkenli gemi) rüzgâra tutulmak.
  8. kontrol, hakimiyet, tahakküm.
    The empire held many small nations in its gripe.
  9. pençe, kavrama, tutan/kavrayan şey.
  10. tutamak, sap, kulp, kabza.
  11. şikâyet, sızlanma, yakınma.
    My main gripe is, there's no hot water.
(US) dırdır etmek Fiil
satış temsilcilerinin şirketin ürünlerinden
ağlama toplantısı
personel politikasından ve çalışma koşullarından sızlandıkları toplantıyla ilgili deyim