strings

  1. yaylı sazlar grubu, saz takımı,
    stringed instruments: telli sazlar.
aşırı derecede annesine düşkün olmak Verb
kesenin ucunu sıkmak Verb
umudunu yalnız bir şeye bağlamamak, yedek bir plânı olmak, bir plân başarılı olmazsa ötekine sarılmak,
iki tarakta bezi olmak, iki meslek sahibi olmak.
He had two strings to his bow, so when he lost his job as a professor he became a doctor.
kesenin ağzını açmak Verb
bir kimseye ziyadesiyle bağlı, onun dizinin dibinden ayrılmayan, her emrine göre hareket eden, kılıbık.

He's forty years old, but he won't leave home, because he's tied to his mother's apron strings: Kırk yaşında ama evden ve annesinin dizinin dibinden ayrılmaz.
ikinci bir imkâna malik olmak.
I have still one string to my bow: Benim için bir imkân/olanak daha var.
aşırı derecede karısına bağlı olmak Verb
kese elinde olmak Verb
(a) (yeni yürümeye başlayan çocukları) yürütme kayışı, (b) dizgin: sınırlayıcı/yöneltici koşullar, (c)

be in leading-strings: yuları ele vermek, başkasının emrinde/yönetiminde olmak.
kesenin ağzını açmak, bol bol harcamak.
kesenin ağzını açmak Verb
piston kullanmak Verb
kukla oynatmak Verb
başkalarının faaliyetini gizlice yönetmek Verb
piston kullanmak Verb
para veya ödeneğin sarf yetkisi.
to control the family purse strings: aile bütçesini yönetmek
(sarf yetkisini elinde tutmak/harcamaları kontrol etmek).
(fig) kukla oynatmak Verb
elinde kukla olmak Verb
harcamaları kısmak.
ruhunu okşamak Verb
züğürt
cebi boş
kısaltmalar Noun
olumsuz yönler Noun
şartlar Noun
olumsuz şartlar Noun
şartlara bağlanmamış
string (18).
(a) başkalarının faaliyetini gizlice kontrol etmek, ipi başkalarının elinde olmak, (b) başkalarına gizlice
tesir etmek, (c) iltimas/piston/torpil yaptırmak.
He had to pull a few strings to get that job.