şüpheli alacaklar karşılığı
kötü, fena.
bad news: fena haber.
not so bad: fena değil.
Things are going from bad to worse: İşler gittikçe kötüleşiyor.
bad weather: fena hava.
Sıfat
ahlâksız, terbiyesiz.
a bad boy: terbiyesiz oğlan.
He is a bad man: O, ahlâksız bir adamdır.
to have/get a bad name: adı kötüye çıkmak, tutulmamak, itibar görmemek.
Sıfat
bozuk, kusurlu, düşük nitelikli.
a bad radio tube: bozuk radyo lambası.
a bad diamond:
kusurlu bir elmas.
He speaks bad English: Bozuk bir İngilizce konuşuyor.
Sıfat
yetersiz, kifayetsiz.
bad heating: yetersiz ısıtma.
bad nourishment: yetersiz beslenme.
bad law: uygulanamayan yasa.
Sıfat
yanlış, hatalı.
a bad guess: yanlış tahmin.
in a bad sense: yanlış anlamda.
a bad shot: yanlış tahmin.
Sıfat
geçersiz, hükümsüz, yersiz, gayrımuteber.
a bad claim: yersiz bir iddia/talep.
Sıfat
zararlı.
Smoking is bad for the health: Sigara içmek sağlığa zararlıdır.
Sıfat
hasta, keyifsiz, rahatsız.
I feel bad today: Bugün rahatsızım.
be taken bad : argo hastalanmak, musibete uğramak.
Sıfat
zayıf, sıhhati bozuk.
bad eyes kept him out of the army: Gözleri zayıf olduğundan asker olamadı.
Sıfat
bozuk, çürük, kokmuş.
bad air: bozuk hava.
a bad egg: çürük yumurta.
bad tooth:
çürük diş.
The meat is bad because you left it out of the refrigerator too long.
to go bad: bozulmak, kokmak, çürümek.
Sıfat
feci, müthiş, vahim.
a bad accident: feci bir kaza.
a bad headache: müthiş bir baş ağrısı.
a bad mistake: vahim bir hata.
Sıfat
nahoş, berbat, tatsız.
I had a bad day in the office: Dairede nahoş bir gün geçirdim.
Sıfat
sert, haşin.
a bad temper: sert/haşin mizaç, aksilik, huysuzluk.
Sıfat
aksi, huysuz, çabuk kızan/öfkelenen.
bad mood: sinirlilik, huysuzluk, asabiyet.
Sıfat
şiddetli.
a bad attack of asthma: şiddetli bir astm krizi.
a bad cold: şiddetli bir soğuk (algınlığı).
Sıfat
yıkıcı, tahripkâr.
a bad flood/earthquake.
Sıfat
pişman, nadim, müteessir.
to feel bad about something k.d. bir şeye pişman/nadim olmak,
üzülmek, üzüntü/esef duymak, müteessir olmak.
He felt bad about to leave the children all alone: Çocukları yalnız bıraktığına pişman oldu.
Sıfat
yaramaz, âsi.
If you're bad at school you'll be punished.
Sıfat
şerefsiz, haysiyetsiz.
to get a bad name: adı kötüye çıkmak, şerefine halel gelmek.
Sıfat
değersiz, yeteneksiz, beceriksiz.
a bad painting. bad drivers cause most of the accidents. to be bad at something: bir şeyi becerememek.
Sıfat
üzücü, müessif.
I'm afraid I have bad news for you: Maalesef sana üzücü bir haber vereceğim.
Sıfat
münasebetsiz, uygunsuz, biçimsiz.
That's a bad place to swim. It was a bad day for fishing.
Sıfat
çirkin, kaba, âdi.
bad taste: zevksizlik.
bad manners: nezaketsizlik, terbiyesizlik.
bad language: sövme, küfür.
Sıfat
hantal, biçimsiz, gayrımütenasip.
She has a bad figure.
Sıfat
isabetsiz.
a bad decision.
Sıfat
kalp, sahte, değersiz, taklit.
bad money: kalp para.
Sıfat
yaman, müthiş, fevkalâde, kıyak.
He's a bad man on drums, and the fans love him: Yaman bir davulcudur,
hayranları ona bayılıyor.
Sıfat
kötü/fena/zararlı olan şey.
İsim
kötülük, fenalık.
to go from bad to worse: gittikçe fenalaşmak, daha beter olmak.
His health seemed to go from bad to worse.
the bad and the beautiful: kötülük ve güzellik.
İsim
fena/kötü/âdi kimse(ler).
İsim
çok, pek çok, pek ziyade.
He wanted it bad enough to steal it: Ona okadar çok ihtiyacı vardı ki, nihayet çaldı.
Zarf
fiilinin geçmiş zamanı.
Fiil
(a) kötülük yapan kimse, (b) tehlikeli/vicdansız kimse, cani.
vahşi/saldırgan hayvan, idaresi/kontrolu güç (şey/hayvan).
That horse is a bad actor.
sorunlu aktifler
İsim, Bankacılık
düşmanlık, husumet, adavet.
to have bad blood between … : arada düşmanlık/husumet olmak.
kin, düşmanlık, husumet.
There is bad blood between them: Aralarında düşmanlık var.
to cause bad blood: aralarını bozmak, birbirine düşman etmek.
borsa simsarı bir menkul değerden bir miktar aldıktan sonra fiyat düştüğünde yeniden yükselir diye elinde
tutmak ya da zararına satmak durumunda olunc
karşılıksız çek
İsim, Bankacılık
kötü kolesterol
İsim, Tıp
düşük yoğunluklu lipoprotein
İsim, Tıp
tahsili mümkün olmayan/şüpheli alacak.
İsim
borcuna sadık olmayan borçlu
şüpheli alacak (tahsili mümkün görülmeyen alacaklar
İsim
(US) şüpheli alacaklar karşılığı
yanlış hazırlanan veya devredilen hisse senetleri
İsim
sokak serserisi, karaktersiz/âdi/güvenilmez kimse.
A bad egg who had served several years in prison:
Yıllarca hapis yatmış bir sokak serserisi.
bad actor, bad apple, bad hat, bad lot ile ayni anlama gelir.
kötü niyet, suiniyet, hiyanet, samimiyetsizlik, bozuk niyet.
ayıp şey, âdaba/terbiyeye aykırı şey.
It is a bad form to get drunk.
şerefsiz, ahlâksız kimse.
küfür.
dead/living language: ölü/yaşayan dil.
primitive language: ilkel dil.
spoken/written language: konuşma/yazı dili.
strong language: ağır söz, sert ifade, küfür.
(sigorta) ortalamanın aşağısındaki ömür
batık kredi
İsim, Bankacılık
görgüsüz davranış davranmalar
İsim
hoşa gitmeyen/nahoş (şey/olay/kimse).
She's strictly bad news for me: Ondan zerre kadar hoşlanmam.
kötü/fena/muztar durumda, darda.
His family has been pretty bad off since he lost his job. bk:.
well off.
kalp/sahte banknot/kâğıt para.
denize karşı dayanıklı olmayan yolcu
bozuk kesim
Bilgi Teknolojileri
berbat, bombok (durum, olay).
müşkül an, büyük teessür/üzüntü/ıstırap ile dolu geçen zaman.
The prosecutor gave the witness a very bad time: Savcı tanığa müşkül anlar yaşattı.
itiraz edilecek sahiplik hakkı
uyuşturucu maddenin verdiği sersemlik/uyuşukluk/ruhsal rahatsızlık.
a bad trip on acid: LSD'nin verdiği sersemlik.
bakımsız durumda olmak
Fiil
kötü izlenim yaratmak
Fiil
şüpheli borçları silmek
Fiil
gittikçe kötüye gitmek
Fiil
başarı şansı olmamak
Fiil
(a) kötü/müşkül durumda, sıkıntıda, başı dertte, (b) dargın, geçinemeyen.
He is in bad with his mother-in-law:
Kaynanası ile geçinemiyor.
(a) fena değil, iyice, oldukça iyi.
The dinner wasn't bad, but I've had better. (b) zor değil.
Once you know geometry, trigonometry isn't bad: Geometriyi öğrendikten sonra trigonometri zor değildir.
not so bad = not half bad: pek okadar fena değil, oldukça iyi, şöyle böyle.
not too bad: pek fena/zor değil.
ödenemeyebilecek borçlar için ayrılan para
şüpheli alacaklar karşılığı
talihsizlik üstüne talihsizliğe uğramak
Fiil
kötü şeyler düşünmek
Fiil
görgüsüz davranışlar
İsim
yazık (ki), maalesef.
It's too bad that he didn't go to University: Yazık ki üniversiteye gitmedi.
(US) şüpheli alacakları silmek