1. çıkıntı, şiş(kinlik), bel verme.
    a bulge in a wall. What is that bulge I see in your pocket?
  2. (su yüzüne yakın giden balıkların sebep olduğu) kabarma, kabarıklık.
  3. (ânî/birdenbire) artış, yükseliş.
    a bulge in profits. The population bulge after the war made more schools necessary.
  4. şiş(ir)mek, şişkinlik/çıkıntı yapmak, bel vermek, dışarı fırla(t)mak, pırtla(t)mak.
    After the huge
    dinner his stomach bulged even more: Bol yemekten sonra midesi büsbütün şişti.
  5. (ağzına kadar/lebalep/tıkabasa) dol(dur)mak, dopdolu olmak.
    The box bulged with cookies.
    His
    mind bulged with ideas: Zihni fikirlerle dopdolu idi.
domaltmak Fiil
savaş sonrası nüfus patlaması
başvuruların çokluğu
kamburlaşmak Fiil
domalmak Fiil
öğrenci sayısında savaş sonrası artış