1. Zarf (a) hiç (bir zaman), asla, herhangi bir zamanda/vakitte.
    Have you ever seen anything like it?
    Hiç böyle şey gördün mü?
    Nothing ever makes him angry: Hiçbir şeye kızmaz. (b) şimdiye kadar, ömründe.
    The best meal I have ever eaten: Şimdiye kadar yediğim yemeklerin en iyisi.
    As cold a winter as ever you saw: Şimdiye kadar görülmemiş derecede soğuk bir kış.
  2. Zarf biteviye, durmadan, vira, habire, hep, bir düzüye, arasız, mütemadiyen, sürekli olarak.
    The ever-increasing
    population: Mütemadiyen artan nüfus.
    He has been sick ever since then: O günden sonra hep hasta yattı.
  3. Zarf daima, her zaman.
    She is ever courteous: Daima naziktir.
    ever living: ölmez, ebedî.
    ever
    changing: daima değişen.
    ever present: sabit, değişmez.
    Achievement has come to be ever more important to the scientist.
  4. Zarf hattâ, daha, henüz.
    before ever he came in: daha o gelmeden önce.
  5. Zarf

    how, what, when, where, who, why
    sözcüklerini izlediği takdirde soruya kuvvet, şiddet verir;
    hayret, şüphe, öfke, ümitsizlik vb. belirtir. Bu takdirde “nasıl olur, nasıl oldu da, Allah aşkına” vb. şeklinde tercüme edilebilir:
    How did you ever manage to do it: Nasıl oldu da bu işi becerdin?
    What ever is the matter? Ne oldu Allah aşkına?
    What ever are you doing? Ne halt ediyorsun?
    Why ever not: Peki neden?
    How could you ever treat him so? Ona nasıl böyle muamele yapabilirsin?
  6. Zarf (mukayeselerde) (a) mümkün olduğu kadar, olasıya.
    I did it as fast as ever I could: Elimden geldiği
    kadar çabuk yaptım.
    He is as idle as ever: Eskisi gibi hep tembeldir. (b) fevkalâde, olağanüstü, görülmemiş derecede.
    the coldest night ever: fevkalâde soğuk bir gece.
    We are the best friends ever: Biz fevkalâde iyi dostuz.
    the best mother ever: annelerin en iyisi. t
    he first ever: eşsiz, birinci, hepsinden üstün.
    the finest ever: en güzeli.
    ever so pretty: her zaman öylesine güzel.
ebediyen Zarf
ağızın perhizi yok
son derece, görülmemiş derecede, herzamankinden daha fazla.
more beautiful than ever: her zamankinden
daha güzel.
faster than ever: son derece hızlı.
Do it as quickly as ever you can: Her zamankinden daha çabuk yap.
her zamankinden çok kararlı olmak Fiil
ebediyen, durmadan, fasılasız, biteviye, daima.
He is for ever changing his mind: Durmadan fikir
değiştiriyor.
for ever and ever: ilelebet, ebediyete kadar.
Turkey for ever: Yaşasın Türkiye!
… bile, şayet, eğer, kazara.
We seldom if ever go: Gitsek bile pek seyrek/nadiren gideriz.
If
ever you see him: Eğer onu görecek olursanız.
Now if ever is the moment to act: Harekete geçmenin tam zamanıdır (Harekete geçmenin zamanı varsa işte şu andır).
He's a liar if ever there was one: Yalancının tekidir (= Eğer bir tek yalancı varsa odur).
He is a poet if ever there was one: Dünyada tek şair varsa o da odur (Ben şair diye ona derim/şairlik ona yakışır).
seldom if ever = scarcely ever: nadiren, belki de (hemen hemen) hiç.
ender/pek nadir olarak.
pek nadiren
son derece, görülmemiş derecede, herzamankinden daha fazla.
more beautiful than ever: her zamankinden
daha güzel.
faster than ever: son derece hızlı.
Do it as quickly as ever you can: Her zamankinden daha çabuk yap.
en aşağı düzey
Daima senin (mektup sonunda imzadan önce yazılır).
sonuna kadar, ebediyen, ondan sonra, hep, artık.
They lived happily ever after: Sonuna kadar mutlu
yaşadılar. (Masallarda “onlar ermiş muradına” anlamında söylenir.)
sık sık, arasıra, zaman zaman, ikide birde.
Ever and anon she thought back to those difficult times:
Sık sık o çetin anları anımsardı.
zaman zaman, arasıra, arada sırada.
meşhur
daima
sürekli olarak
her zamankinden daha ... Zarf
emre amade
…'den beri, -den sonra, o zamandan beri, … sürece.
ever since I was a boy: çocukluğumdan beri.

ever since I have lived here: burada oturduğum sürece.
ever since (then) they have been very careful: Bundan sonra çok dikkatli oldular.
(a) o vakitten/zamandan beri.
He was elected in May and has been chairman ever since . (b) olalı,
edeli, -den bu yana, -den beri.
He has been busy ever since he came: Geldi geleli/geldiğinden beri hep uğraşıyor/çalışıyor.
çok, pek, aşırı, ziyade.
It's ever so cold: Hava pek soğuk.
Thank you ever so much: Pek
çok teşekkür ederim.
She's ever such a nice girl: Son derece güzel bir kız.
She is ever so much prettier than her sister: Kızkardeşinden kat kat güzeldir.
I waited ever so long: Okadar bekledim ki …
ever so often: sık sık, pek sık.
pek çok
öylesine
sık sık
çok, pek, aşırı, ziyade.
It's ever so cold: Hava pek soğuk.
Thank you ever so much: Pek
çok teşekkür ederim.
She's ever such a nice girl: Son derece güzel bir kız.
She is ever so much prettier than her sister: Kızkardeşinden kat kat güzeldir.
I waited ever so long: Okadar bekledim ki …
ever so often: sık sık, pek sık.
Daima senin (mektup sonunda imzadan önce yazılır).
daima, ilelebet.
sonsuzluğa dek, ilelebet, ebediyen.
müthiş, muazzam, dehşetli, görülmemiş derecede, hem de nasıl.
“Isn't it very cold today?” “Is it ever!”
“Bu gün çok soğuk, değil mi?” “Hem de nasıl!”
Is it ever big! Amma da büyük ha!
asla, kat'iyen.
I never ever smoke.
yediğim en güzel yemek
Amasyanın bardağı, biri olmazsa bir daha. Sıfat
Acayip! Çok tuhaf! Allah Allah!